İnsanların çoğunun, bilim adamlarının doğruluğundan şüphe etmek akıllarına bile gelmez. İlim hem ciddiyetin hem de objektivitenîn timsali gibidir. Bunun içindir ki basın ve yayın vasıtaları ilim adamlarının içtimai mevzularda enerji meselelerinde, ilmî veya aktüel herhangi bir daldaki fikirlerini tartışmasız ve bir bakıma ölçü olarak alırlar. “Eğer ilim böyle dediyse doğru olan budur.” derler. Yine bununla beraber büyük çoğunluk, ilmî” neticelerin insana dayalı içtimaî bir aktivitenin mahÂsulleri olduğunu, hatta bunların ideolojik, politik yönleri bulunduğunu düşünmez. Hâlbuki ilmî aktivite, politika ve ekonomi de olduğu kadar olmasa da, yine de hile skandallarından ârî değildir.
Birkaç hâdise meşhurdur ve yenilerde bu güveni sarsan Britanyalı psikolog Cyril Burt’un zekânın veraseti üzerine olan çalışÂmalarıdır. Diğerlerinin bilinmesi biraz daha sınırlı kalmıştır. Kötü yapılmış bir çalışmaÂyı iyi diye veya şöyle böyle bir neticeyi esas netice diye göstermek, her zaman koÂlay olmadığı için, açığa çıkmış hileler, ilimlerin tarih ve sosyolojisinde pek az tanıÂnan başlıklardır. Meselâ Darvin’in gelip geçici evolüsyon teorileri gibi.Belli bir teÂmeli olmadığı ve kafasında planladığını pratikte varmış gibi göstermek istediği için, gerçeklerle yüzyüze gelince iddiaları, hep mesnedsiz olarak havada kaldı. Bununla beraber bunların, bazı gerçeklerin açığa çıkması ve sağlam temellerin bulunması açısından Önemli fonksiyonları da olmadı değil...
Moleküler biyolojinin menşeine doğru 1951’deki bir sempozyumda Franz Moewus, moleküler biyolojinin temel taşlarından biri olarak tanıtılmıştı. Bu tanıtmaÂda, Moewus sayesinde tek hücreli alg olan chlamydonas engametos, bundan sonra arÂtık genetik planda en iyi bilinen canlı yaÂratık olarak ilan ediliyordu.
Moewus’un başarısı, 70 genden az olÂmamak üzere bu hücrenin morfoloji, biyoÂkimya ve fizyolojisi üzerine bu genlerin tesirini parça parça incelemek olmuştur. Bu durumdan dolayı bu sempozyumda bu bilÂgin çok övülmüş ve Nobel mükâfatına namÂzet görülmüştü. 1952’de başka bir araştırıÂcı da “eğer bu neticeler doğru ise 20. asrın biyoloji alanında en büyük başarısı” demişÂti.
Bu çalışmaların “uydurma” olduğuna en bariz bir delil olarak bir fikir vermek için bu hücrelerin çoğalması durumu gösteÂrilebilir. Şöyle ki ışığa maruz bırakılan tek hücreler derhal kamçı peydah edip hareketÂli bir durum alırlar. Erkek ve dişi meydana gelerek 100 hücreden fazla grup teşkil etÂmek üzere birbirini çekerler. Bu gruplarda iki iki çiftleşirler. Bu safhaların herbiri bir hormon tarafından kontrol edilir. BiÂrincisi kamçıların oluşmasını sağlar, diğer ikisi erkek ya da dişi olmayı belirler, diÂğerleri de birleşmeyi temin eder. Moewus, 1938’de karotenoidler üzerine Nobel mükâfatı kazanan Richard Kuhn’la çalıştıktan sonra, söz konusu bu hormonların karoÂtenoidler olduğunu söyledi. Yani, mükâÂfat kazanan çalışmanın tesiri altında kalan neticesini ilim dünyasına yaymıştı.
Moewus, biyoloji tarihinde ilk defa yaÂşayan bir canlının bütün kısımlarını elemanter mekanizmalara indirdi; genler ve kimyeÂvî faktörler. Böylece bütün bir biyoloji, fizik ve kimya terimleriyle izah edilebilecekÂti. Fakat, maalesef şimdi bu garip gen sisÂtemi ve kimyevî faktörler sadece Moewus’un kafasında kaldı. Gerçek 1939’da anlaşıldı. Meşhur İngiliz genetikçi Haldane, Moewus’ un bazı yayınlarında dağınık ve şaşırtıcı şekilde zayıf istatistikî değerleri gösterdi. Aynı sene Moewus, Amerikalı bir genetikÂçinin daveti üzerine Amerika’ya gitti ve 16 ay burada yaptıklarını göstermeye çalıştı, fakat önceden bildirdiği hiçbir durumu is-bat edemedi.
Moewus’un söylediği gibi kamçıları göÂrebilmek için ne ışığa ne de uzun hazırlıkÂlara ihtiyaç yoktu, bunun için saf su kâfi idi. Daha sonra bütün ilmi yayınlardan Moewus’un fikirleri kalktı ve unutuldu gitti. Yalancının mumu yatsıya kadar yaÂnar ifadesi her ne kadar bir bilgin için ağır bir ifadeyse de ona yaraşan herhalde doğru yoldan ayrılmama olmalıydı. Ayrıca bizlere de hangi sahada olursa olsun bir mevzuyu, bilim adamları hatta otoriteler bile söylese iki kere iki dört eder gibi kabul etmemek düşmektedir. Daima tahlile tabi tutmak ihtiyacını hissetmek gerekmekteÂdir.
Aldatıcı kurbağa: Deli bir bilginin intikamı: Bu asrın başında olan diğer bir hadise de Viyanalı biyolog Paul Kammerer ile ilgiÂlidir. Bu, Lamark ve Darvin’in de üzerinde ısrarla durduğu, sonradan kazanılan karakÂterlerin heredite ile devam ettiği şeklindeki fikir üzerinedir. Bir çeşit kara kurbağalarıÂnın erkeklerinin el ve önkollarında siyah düğümcük oluşumunun yokluğu söz konuÂsudur. Aynı türün suda yaşayan ve suda birÂleşenlerinde bu mevcuttur. Bu da suda birÂleşme esnasında dişi kurbağanın kaymaÂması için erkeğin el ve ön kollarında bu düğümcüklerin bulunduğu şeklinde izah edilmektedir. Karada böyle bir şeye ihtiÂyaç yoktur denilmektedir. Kammerer, bu tür kara kurbağalarının suda birleşmeleri zorlanırsa 5.jenerasyondan sonra bu düğümÂcük hasıl olur ve bu da heredite ile devam eder demektedir. Bu da aynen Darvin’in fikirleriÂne uymaktadır, “atlar çok koştukları için ayakları uzundur ve bu da nesillerine geçer”!. Köpekler de koşucular da koşmaktaÂdır, fakat bu haller olmamaktadır.. KammeÂrer, bunun üzerine çeşitli yerlerde konferanslar verdi, fakat büyük çoğunluğa bunu kabul ettiremedi ve netice sıfırdı. Bu meseÂle 1926 yılında yeniden ortaya çıktı. New York tabiat tarihi müzesinden bir yetkili, Viyana’ya geldiğinde biyolojik araştırma enstitüsünü gezdi ve bu meşhur kurbağadaÂki düğümcüğü tetkik etti. Bir büyüteçle bu kurbağada böyle bir düğümcük görmeÂdiğini söyledi. Tersine elin sırt ve alt taraÂfında siyah bir renk gördüğünü ve bu renÂgin derinin alt tarafından geldiğini gözledi. Bunu açtığında deri altına noktacıklar şekÂlinde dağıtılmış çini mürekkebi olduğunu gözledi. O halde bu hadise bir aldatmaca idi. Kammerer, bu hileyi kendisinin yapmaÂdığını söyledi. Ve bu hadiseden sonra da inÂtihar etti. İntihar sebebi de kesin bilinemeÂdi.
Peki bu işi kim yapmıştı? Kammerer’in siyasi görüşüne zıt birisinin bunu yaptığı söylentileri de çıktı. Yani siyasi fikir ayrılıÂğından dolayı, bilginler birbirlerini kandırıÂyorlar ve birbirlerine rahatlıkla tuzak hazırlayabiliyorlardı. Bu, dünyanın geleceği ve insanlığın kaderi ile ilgili bir mevzu olursa netice ne kadar korkunç olabilir. Nitekim, Darwin ve önün gibi bazıları, ilim adına kendi uydurdukları teorileri umuma yayÂmışlar ve neticesinde bilhassa genç kuşağın kafasını senelerce boş yere meşgul etmenin yanında onların gerçekleri anlamalarını geÂciktirmişlerdir.
Summerlin’in makyajlı fareleri: Cerrahide ve yanık tedavisinde bir kişiÂden diğerine deri nakledilir. Yalnız doku uyuşmazlığından dolayı reddedilme olduÂğundan alıcıya direnç kinci ilaçlar verildiÂği gibi bu gref de çeşitli işlemlere tabi tuÂtulur. Ve bu zor bir iştir. Bir Amerikalı immunolojist T. Summerlin, greflemeden önce verilecek grefleri özel bir işlemden geÂçirmenin kafi olduğunu ve alıcıya ilaç (immunosupressif) vermeye gerek olmadığını, böylece de alıcıda reaksiyon kabiliyeÂti düşmediği için hastalıklara kolay yakaÂlanma olmadığını iddia etti. Nitekim 1974’ de beyaz fareden siyah farelere ve beyaz yaz kıllarla örtülü bir kısım bulunduğunu gösterdi. Bilim çevrelerinde bu işlemlerde bazı şüpheler görüldü ve daha sonra SumÂmerlin’in siyah farenin o kısmını beyaza boyadığı anlaşılarak hile yaptığı ortaya çıktı.
Piltdown adamının kafatası Tamamen unutulmaya başlanmış ve geçersizliği her şeyiyle ortaya konmuş evolüsyon teorisine göre maymundan insana geçiş olmuş denilmektedir. Darwin’in bu fikrinin tesirinde kalan Sollas adlı bir paleontolog 1912’de bir kafatası bulduğunu söyleyerek bunun bir fosil olduğunu, üst kısmın tamamen insana, çenenin ise mayÂmuna ait olduğunu ileri sürdü. Bu iddia uzun sürmedi. 1953’ de bunun da hile ve yalan olduğu ortaya çıktı… Zira kafatası modern bir insanın kafatasıydı. Çene kemiÂği 10 yaşında ölmüş bir orangutana aitti. Dişler insan dişiydi ve orangutanın çene kemiğine eğelenerek monte edilmişti. KeÂmiklerin üzeri, potasyum dikromat adlı bir kimyevî madde ile lekelendirilmiş ve tarihî bir görünüş kazandırılmıştı. (Resim 2)
Daha buna benzer birçok hile ve aldat maçalar mevcut olup çoğunu ilim adamlarının bizzat kendileri itiraf etmişlerdir. Bundan başka, bir ilim adamının yaptığı bir çalışmayı, onun haberi olmaksızın sanÂki kendi araştırmasıymış gibi sahip çıkanlar da olmuştur ve halen de olmaktadır.
Ayrıca büyük bir aldatmaca olmasa bile bir araştırıcı, yaptığı dört çalışmadan üçünde A, birinde B neticesine ulaşmışsa menfi neticeyi araştırmasına gölge düşürÂmemek için gizlemektedir. Nitekim meşhur genetikçi Gregor Mendel’in de elde ettiği ve kendi adıyla anılan kanunlarda da dön dörtlük bir uyuşma olmamasına rağmen hata “çok büyük olmadığı için halen aynen kabul edilmektedir. Belki ilerde yeni araştırÂmacılar bu ve buna benzer şimdilik en doğÂru diye bildiklerimizi de bize unutturup yenilerini öğretecektir.
İlme ve ilim adamına hürmet bize düÂşen vazifedir. Fakat bu hangi ilme ve hangi ilim adamına olacaktır? Bugünün gencine ve bilhassa genç araştırıcısına peşin hükümlerÂden sıyrılma, ilim ahlâkını rehber ederek doğrudan ayrılmama, insanlığı daima huzuÂra götüren yolları arayıp gösterme, bencilÂlik yerine diğergam olma hüviyetini kazanÂma düşmektedir. Madde ve mânâ planında gelecekte bizlere ışık tutacak o nesle binler selâm...
La RECHERCHE Dergisi'nden
[ Ekleyen (Oltulu) | 30.10.2010 13:18:47 | Okunma : 374 ]
Oy : 0-Puan : 0
|
|