Doğru Diye Bildiklerimiz

Doğru Diye Bildiklerimiz
Dr. Şerafeddin ALAN
 


İnsanların çoğunun, bilim adamlarının doğruluğundan şüphe etmek akıllarına bile gelmez. İlim hem ciddiyetin hem de objektivitenîn timsali gibidir. Bunun içindir ki basın ve yayın vasıtaları ilim adamlarının içtimai mevzularda enerji meselelerinde, ilmî veya aktüel herhangi bir daldaki fikirlerini tartışmasız ve bir bakıma ölçü olarak alırlar. “Eğer ilim böyle dediyse doğru olan budur.” derler. Yine bununla beraber büyük çoğunluk, ilmî” neticelerin insana dayalı içtimaî bir aktivitenin mah­sulleri olduğunu, hatta bunların ideolojik, politik yönleri bulunduğunu düşünmez. Hâlbuki ilmî aktivite, politika ve ekonomi de olduğu kadar olmasa da, yine de hile skandallarından ârî değildir.

Birkaç hâdise meşhurdur ve yenilerde bu güveni sarsan Britanyalı psikolog Cyril Burt’un zekânın veraseti üzerine olan çalışÂ­malarıdır. Diğerlerinin bilinmesi biraz daha sınırlı kalmıştır. Kötü yapılmış bir çalışma­yı iyi diye veya şöyle böyle bir neticeyi esas netice diye göstermek, her zaman ko­lay olmadığı için, açığa çıkmış hileler, ilimlerin tarih ve sosyolojisinde pek az tanı­nan başlıklardır. Meselâ Darvin’in gelip geçici evolüsyon teorileri gibi.Belli bir te­meli olmadığı ve kafasında planladığını pratikte varmış gibi göstermek istediği için, gerçeklerle yüzyüze gelince iddiaları, hep mesnedsiz olarak havada kaldı. Bununla beraber bunların, bazı gerçeklerin açığa çıkması ve sağlam temellerin bulunması açısından Önemli fonksiyonları da olmadı değil...

Moleküler biyolojinin menşeine doğru
1951’deki bir sempozyumda Franz Moewus, moleküler biyolojinin temel taşlarından biri olarak tanıtılmıştı. Bu tanıtma­da, Moewus sayesinde tek hücreli alg olan chlamydonas engametos, bundan sonra ar­tık genetik planda en iyi bilinen canlı ya­ratık olarak ilan ediliyordu.

Moewus’un başarısı, 70 genden az ol­mamak üzere bu hücrenin morfoloji, biyo­kimya ve fizyolojisi üzerine bu genlerin tesirini parça parça incelemek olmuştur. Bu durumdan dolayı bu sempozyumda bu bil­gin çok övülmüş ve Nobel mükâfatına nam­zet görülmüştü. 1952’de başka bir araştırı­cı da “eğer bu neticeler doğru ise 20. asrın biyoloji alanında en büyük başarısı” demişÂ­ti.

Bu çalışmaların “uydurma” olduğuna en bariz bir delil olarak bir fikir vermek için bu hücrelerin çoğalması durumu göste­rilebilir. Şöyle ki ışığa maruz bırakılan tek hücreler derhal kamçı peydah edip hareket­li bir durum alırlar. Erkek ve dişi meydana gelerek 100 hücreden fazla grup teşkil et­mek üzere birbirini çekerler. Bu gruplarda iki iki çiftleşirler. Bu safhaların herbiri bir hormon tarafından kontrol edilir. Bi­rincisi kamçıların oluşmasını sağlar, diğer ikisi erkek ya da dişi olmayı belirler, di­ğerleri de birleşmeyi temin eder. Moewus, 1938’de karotenoidler üzerine Nobel mükâfatı kazanan Richard Kuhn’la çalıştıktan sonra, söz konusu bu hormonların karo­tenoidler olduğunu söyledi. Yani, mükâ­fat kazanan çalışmanın tesiri altında kalan neticesini ilim dünyasına yaymıştı.

Moewus, biyoloji tarihinde ilk defa ya­şayan bir canlının bütün kısımlarını elemanter mekanizmalara indirdi; genler ve kimye­vî faktörler. Böylece bütün bir biyoloji, fizik ve kimya terimleriyle izah edilebilecek­ti. Fakat, maalesef şimdi bu garip gen sis­temi ve kimyevî faktörler sadece Moewus’un kafasında kaldı. Gerçek 1939’da anlaşıldı. Meşhur İngiliz genetikçi Haldane, Moewus’ un bazı yayınlarında dağınık ve şaşırtıcı şekilde zayıf istatistikî değerleri gösterdi. Aynı sene Moewus, Amerikalı bir genetik­çinin daveti üzerine Amerika’ya gitti ve 16 ay burada yaptıklarını göstermeye çalıştı, fakat önceden bildirdiği hiçbir durumu is-bat edemedi.

Moewus’un söylediği gibi kamçıları gö­rebilmek için ne ışığa ne de uzun hazırlık­lara ihtiyaç yoktu, bunun için saf su kâfi idi. Daha sonra bütün ilmi yayınlardan Moewus’un fikirleri kalktı ve unutuldu gitti. Yalancının mumu yatsıya kadar ya­nar ifadesi her ne kadar bir bilgin için ağır bir ifadeyse de ona yaraşan herhalde doğru yoldan ayrılmama olmalıydı. Ayrıca bizlere de hangi sahada olursa olsun bir mevzuyu, bilim adamları hatta otoriteler bile söylese iki kere iki dört eder gibi kabul etmemek düşmektedir. Daima tahlile tabi tutmak ihtiyacını hissetmek gerekmekte­dir.

Aldatıcı kurbağa: Deli bir bilginin intikamı:
Bu asrın başında olan diğer bir hadise de Viyanalı biyolog Paul Kammerer ile ilgi­lidir. Bu, Lamark ve Darvin’in de üzerinde ısrarla durduğu, sonradan kazanılan karak­terlerin heredite ile devam ettiği şeklindeki fikir üzerinedir. Bir çeşit kara kurbağaları­nın erkeklerinin el ve önkollarında siyah düğümcük oluşumunun yokluğu söz konu­sudur. Aynı türün suda yaşayan ve suda bir­leşenlerinde bu mevcuttur. Bu da suda bir­leşme esnasında dişi kurbağanın kayma­ması için erkeğin el ve ön kollarında bu düğümcüklerin bulunduğu şeklinde izah edilmektedir. Karada böyle bir şeye ihti­yaç yoktur denilmektedir. Kammerer, bu tür kara kurbağalarının suda birleşmeleri zorlanırsa 5.jenerasyondan sonra bu düğüm­cük hasıl olur ve bu da heredite ile devam eder demektedir. Bu da aynen Darvin’in fikirleri­ne uymaktadır, “atlar çok koştukları için ayakları uzundur ve bu da nesillerine geçer”!. Köpekler de koşucular da koşmakta­dır, fakat bu haller olmamaktadır.. Kamme­rer, bunun üzerine çeşitli yerlerde konferanslar verdi, fakat büyük çoğunluğa bunu kabul ettiremedi ve netice sıfırdı. Bu mese­le 1926 yılında yeniden ortaya çıktı. New York tabiat tarihi müzesinden bir yetkili, Viyana’ya geldiğinde biyolojik araştırma enstitüsünü gezdi ve bu meşhur kurbağada­ki düğümcüğü tetkik etti. Bir büyüteçle bu kurbağada böyle bir düğümcük görme­diğini söyledi. Tersine elin sırt ve alt tara­fında siyah bir renk gördüğünü ve bu ren­gin derinin alt tarafından geldiğini gözledi. Bunu açtığında deri altına noktacıklar şek­linde dağıtılmış çini mürekkebi olduğunu gözledi. O halde bu hadise bir aldatmaca idi. Kammerer, bu hileyi kendisinin yapma­dığını söyledi. Ve bu hadiseden sonra da in­tihar etti. İntihar sebebi de kesin bilineme­di.

Peki bu işi kim yapmıştı? Kammerer’in siyasi görüşüne zıt birisinin bunu yaptığı söylentileri de çıktı. Yani siyasi fikir ayrılı­ğından dolayı, bilginler birbirlerini kandırı­yorlar ve birbirlerine rahatlıkla tuzak hazırlayabiliyorlardı. Bu, dünyanın geleceği ve insanlığın kaderi ile ilgili bir mevzu olursa netice ne kadar korkunç olabilir. Nitekim, Darwin ve önün gibi bazıları, ilim adına kendi uydurdukları teorileri umuma yay­mışlar ve neticesinde bilhassa genç kuşağın kafasını senelerce boş yere meşgul etmenin yanında onların gerçekleri anlamalarını ge­ciktirmişlerdir.

Summerlin’in makyajlı fareleri:
Cerrahide ve yanık tedavisinde bir kişi­den diğerine deri nakledilir. Yalnız doku uyuşmazlığından dolayı reddedilme oldu­ğundan alıcıya direnç kinci ilaçlar verildi­ği gibi bu gref de çeşitli işlemlere tabi tu­tulur. Ve bu zor bir iştir. Bir Amerikalı immunolojist T. Summerlin, greflemeden önce verilecek grefleri özel bir işlemden ge­çirmenin kafi olduğunu ve alıcıya ilaç (immunosupressif) vermeye gerek olmadığını, böylece de alıcıda reaksiyon kabiliye­ti düşmediği için hastalıklara kolay yaka­lanma olmadığını iddia etti. Nitekim 1974’ de beyaz fareden siyah farelere ve beyaz yaz kıllarla örtülü bir kısım bulunduğunu gösterdi. Bilim çevrelerinde bu işlemlerde bazı şüpheler görüldü ve daha sonra Sum­merlin’in siyah farenin o kısmını beyaza boyadığı anlaşılarak hile yaptığı ortaya çıktı.

Piltdown adamının kafatası
Tamamen unutulmaya başlanmış ve geçersizliği her şeyiyle ortaya konmuş evolüsyon teorisine göre maymundan insana geçiş olmuş denilmektedir. Darwin’in bu fikrinin tesirinde kalan Sollas adlı bir paleontolog 1912’de bir kafatası bulduğunu söyleyerek bunun bir fosil olduğunu, üst kısmın tamamen insana, çenenin ise may­muna ait olduğunu ileri sürdü. Bu iddia uzun sürmedi. 1953’ de bunun da hile ve yalan olduğu ortaya çıktı… Zira kafatası modern bir insanın kafatasıydı. Çene kemi­ği 10 yaşında ölmüş bir orangutana aitti. Dişler insan dişiydi ve orangutanın çene kemiğine eğelenerek monte edilmişti. Ke­miklerin üzeri, potasyum dikromat adlı bir kimyevî madde ile lekelendirilmiş ve tarihî bir görünüş kazandırılmıştı. (Resim 2)

Daha buna benzer birçok hile ve aldat maçalar mevcut olup çoğunu ilim adamlarının bizzat kendileri itiraf etmişlerdir. Bundan başka, bir ilim adamının yaptığı bir çalışmayı, onun haberi olmaksızın san­ki kendi araştırmasıymış gibi sahip çıkanlar da olmuştur ve halen de olmaktadır.

Ayrıca büyük bir aldatmaca olmasa bile bir araştırıcı, yaptığı dört çalışmadan üçünde A, birinde B neticesine ulaşmışsa menfi neticeyi araştırmasına gölge düşür­memek için gizlemektedir. Nitekim meşhur genetikçi Gregor Mendel’in de elde ettiği ve kendi adıyla anılan kanunlarda da dön dörtlük bir uyuşma olmamasına rağmen hata “çok büyük olmadığı için halen aynen kabul edilmektedir. Belki ilerde yeni araştır­macılar bu ve buna benzer şimdilik en doğ­ru diye bildiklerimizi de bize unutturup yenilerini öğretecektir.

İlme ve ilim adamına hürmet bize dü­şen vazifedir. Fakat bu hangi ilme ve hangi ilim adamına olacaktır? Bugünün gencine ve bilhassa genç araştırıcısına peşin hükümler­den sıyrılma, ilim ahlâkını rehber ederek doğrudan ayrılmama, insanlığı daima huzu­ra götüren yolları arayıp gösterme, bencil­lik yerine diğergam olma hüviyetini kazan­ma düşmektedir. Madde ve mânâ planında gelecekte bizlere ışık tutacak o nesle binler selâm...

La RECHERCHE Dergisi'nden

Yazının kaynağı : http://www.oltulu.net
Oltulu - Sınırsız Bilgi Paylaşım Platformu