1945 yılında Mısır’ın Nag Hammadi kentinde kayalıklar arasında ortaya çıkarılan Nag Hammadi belgeleri diye adl
andırılan kutsal el yazmalarıyla Hıristiyanlık áleminde büyük bir tartışma başlamasına neden olmuştu. Belgeler, havarilerden birinin ‘Magdalalı Meryem’ diye anılan bir fahişe olduğunu, Magdalalı ile Hz İsa ‘nın evlendiğini, bu evlilikten bir çocuklarının dünyaya geldiğini tartışmaya açıyordu. İşte Dan Brown’ın kitabıyla gündeme gelen bu gibi tartışmalara ve sorulara Hıristiyan teologların yanıtları.
MISIR çöllerinde Nag Hammadi kayalıklarında kardeşiyle gübre arayan Muhammed Ali, kazmasını vurduğunda tüm Hıristiyan dünyasını dalgalandıracak bir keşfin arifesinde olduğunu bilmiyordu. Takvimler 1945 yılının aralık ayını gösteriyordu. Muhammed Ali ve kardeşi, toprağı kazmaya başladıklarında bir metre boyunda bir toprak çömlek buldular. Muhammed Ali’nin batıl inançları vardı. ‘Cin vardır’ diye önce dokunmak istemedi. Sonra ‘Belki de altın’ vardır diye düşündü. Çekicini kaldırdığı gibi çömleğin ortasına indirdi. Çil çil altınlar yerine, deriye sarılı 13 adet papirüs tomarı buldu. Kan davasından aranan Muhammed Ali, polisin evde arama yapması halinde yazıtları bulmasından endişe ederek bir rahipten saklamasını istedi. Bu arada yazıtları gören Ragıp isimli bir tarih öğretmeni, papirüslerin çok kıymetli olabileceğini söylüyordu.
ABD’YE KAÇIRILDI
Kitaplar bir süre sonra Kahire’de karaborsaya düşünce Mısırlı yetkililerin dikkatini çekti. Mısırlı yetkililer, bunların büyük bir bölümüne el koyarken, 13’üncü kitabın bir kısmı ABD’ye kaçırıldı. 30 yıl sonra ortaya çıkan Muhammed Ali, belgelerin bir kısmının kaybolduğunu, bir kısmının da yandığını söyledi. Fakat geriye Hıristiyanlığın başlangıcıyla ilgili 52 ayrı kutsal metin kalmıştı. Bir süre sonra ise Muhammed Ali’nin Nag Hammadi’de bulduğu belgelerin Yunanca el yazmalarının 1500 yıllık Kıpti çevirileri olduğu anlaşıldı. Tahminlere göre milattan sonra 120 ile 150 yıllarında Yunanca olarak yazılmış Filippos sureleri ve diğer yazıtlar, MS 350 ile 400 yıllarında Kıptice’ye çevrilmişti.
ROMANIN ESİN KAYNAĞI
1970’li yıllarda piyasa çıkan kitaplarla birlikte Hıristiyan dünyasında inceden inceye Magdalalı Meryem ile Hz. İsa’nın kan bağının günümüze taşınmış olup olmayacağı tartışılmaya başlandı. 1982 yılında Henry Lincoln, Michael Baigent ve Richard Leigh imzasıyla çıkan ‘Kutsal Kan, Kutsal Kase’ isimli kitapta Hıristiyanlığın ‘Kutsal Kase’ sırrının Magdalalı Meryem olabileceği öne sürülüyordu. İşte bu kitap Dan Brown’un ‘Da Vinci Şifresi’ romanına da esin kaynağı oldu.
Amerikalı ilahiyatçı Prof. James Robinson, Nag Hammadi belgeleri için ‘Matta, Luka, Markos ve Yuhanna’nın İncilleri, bir çeşit İsa biyografisidir. Nag Hammadi belgeleri ise söylencelerin toplandığı bir derlemedir’ diyor. Robinson, bu iddiaların niye bu kadar rağbet gördüğünü ise; ‘Belgeleri derleyenler, muhtemelen Hıristiyanlığın sol kanadını güçlendirmek istiyorlardı, tıpkı günümüzde ortaya çıkan ‘New Age-Yeni Çağ’ akımları gibi. Kilisenin (bu, Da Vinci Şifresi’nde Roma-Katolik kilisesidir) çok dünyevi, çok maddeci, çok bedensel olarak algılayıp, ruhani, sembolik, ulvi, en önemlisi de gizemli anlamlarını özlüyor olabilirler.’
Filippos belgelerinde ‘İsa, onu diğer müritlerinden daha çok sever, sık sık dudaklarından öperdi. Diğer müritler içerler ve kınadıklarını ifade ederlerdi. Ona şöyle derlerdi: ‘Onu niye bizden daha çok seviyorsun.’ O da şu şu yanıtı verirdi: Onu sevdiğim gibi sizi niye sevmiyorum?’ diye yazar. Filippos surelerinde Magdalalı Meryem’den ‘yoldaş’ diye söz edildiğini belirten ilahiyatçı Robinson, bunun illa ‘eşi’ anlamına gelmeyeceğini savunuyor. Robinson, ‘Bana hikaye daha heyecanlı hale getirilsin diye kurgulanmış gibi geliyor. Filippos surelerinin tamamını okuyan anlatıcının bedensel seksi bencil ve kaba olarak algıladığını, hayvansı bir davranış olarak gördüğünü algılar. Eski kilise, öpücüğü doğurganlık için metafor olarak kullanırdı. Burada öpücük dini bir ritüel anlamı içerir’ diyor.
ÇARMIHTA YANINDAYDI
Dan Brown’un Da Vinci Şifresi’nde önemli yer tutan Magdalalı Meryem adına Yeni Ahit’te 12 kez rastlanıyor. Hz. İsa, çarmıha gerildiğinde müritlerinden sadece Magdalalı Meryem orada bulunmaktadır. Öldükten sonra Hz. İsa ile ilgilenen yine Meryem’dir. Hıristiyan öğretisine göre Hz. İsa’nın göğe yükseldiğini de üç gün sonra mezarını ziyaretine gittiğinde fark eden de yine kendisidir. Gnostiklere ait ‘kayıp’ kutsal belgelerde Hz. İsa ile Hz. Meryem arasında daha yakın bir ilişki bulunduğuna dair işaretler bulunmaktadır. Güçlü bir lider ve düşünür olarak Hz. İsa’nın diğer havarilere vermediği sırlarını Magdalalı Meryem’e aktarmış olabileceğine dair de şüpheler bulunuyor. Magdalalı Meryem’in bu durumda kıskançlıkların ve rekabetin kurbanı olmuş olabileceği söyleniyor.
Luka’nın İncili’nde kadının adı geçmez, sadece ‘günahkar’ diye adlandırılan biri gözyaşlarıyla çarmıha gerilmiş Hz. İsa’nın ayaklarını yıkar, saçlarıyla kurular, öper ve merhem sürer. Hz. İsa, ‘Günahlarından arınıyor, bu nedenle beni çok seviyor’ der.
İlahiyatçı Elaine Pagel, Magdalı Meryem’in diğer müritlerden daha fazla bilgiye ve sırra sahip olup olmadığıyla ilgili soruya şu yanıtı veriyor:
‘Detayları bilmiyoruz, ancak İsa’yla özel bir ilişkisi olmalı. Meryem surelerinde ona diğerlerine anlatmadığı şeyleri anlattığı ve özel bir sevgi beslediği belirtiliyor. Hz İsa’nın ona diğerlerine söylemediği şeyleri anlattığına dair kanıt yok, ancak imalar var.’
Son Akşam Yemeği’ndeki figür Magdalalı Meryem mi
Georgetown Üniversitesi dini sanat ve kültür tarihi Profesörü Diane Apostolos-Cappadona bu soruya şu yanıtı veriyor:
‘İlk tepkim şöyle oldu: Masada bir kadının oturduğu enterasan bir yaklaşım! Bu tam da feminist teolojiye ya da teolojinin postfeminist dönemine uygun. Ama gerçek olamaz. Tarihte Son Akşam yemeğine baktığımızda bazen İsa’nın masanın ortasında bazen başında oturduğunu görüyoruz. Masa yuvarlak, kare ya da dikdörtgen olabiliyor. Bu arada İsa’nın müridi Yuhanna’nın hep kendisine yakın oturduğunu görüyoruz. 20’nci ve 21’inci yüzyıl algılayışıyla baktığımızda Yuhanna’yı soft, feminen ve genç bir karakter olarak görüyoruz. Leonardo’nun tablosuna daha dikkatli baktığımızda sakalı olmayan ve feminen diyebileceğimiz başka karakterler de mevcut. Ama yaptığım araştırmalara göre cinsiyet algılayışının kültürel ve sosyal bir kavram olduğunu vurgulamak istiyorum. Bugün benim ve sizin erkeksi ya da kadınsı diye algıladıklarımız, muhtemelen 15’nci yüzyıl Floransası ile aynı değildir.’
VATİKAN NE DİYOR
Cenova Başpiskoposu Kardinal Tarcisio Bertone, Hürriyet’in Roma Temsilcisi Reha Erus’un sorularını şöyle yanıtlamıştı:
Maria Magdalena meşru mudur?
- Elbette meşrudur. Günahkarken iyiliği, Hz. İsa aracılığı ile seçmiş ve pişmanlık duymuştur. Hz. İsa ona doktrinini kabul ettirmiş, sosyal yaşama dönmesini sağlamıştır.
Son Yemek’te Hz. İsa’nın yanında oturan Maria Magdalena mıdır?
- Kesinlikle değil. Olmaz öyle şey. Bunlar işte böyle çirkin kitaplarda yayınlanınca, din yanlış bilgilendirmekten yıpranabiliyor. Bizim görevimiz, inançlıya doğru yolu göstermektir.
Kitapta, Leonardo da Vinci’yle ilgili yazılanlara ne diyorsunuz?
- Zavallı Leonardo derim. Ölümünden asırlarca sonra böylesine yıpratılmak istenmesi, çirkin yalanlara, hayali uydurmalara hedef olması... Ne denebilir ki başka? Zavallı Leonardo.
DA VINCI ŞİFRESİ NE DİYOR
HIRİSTİYANLIĞIN temel doktrinine göre İsa Mesih asla evlenmedi, çarmıha gerildi, dirildi ve göğe yükseldi. Dan Brown’ın ‘Da Vinci Şifresi’ ise Hıristiyanlığın temel inanç doktrininden çok farklı, bambaşka bir hikaye anlatıyor. İsa’nın ölümlü olduğu, evlendiği, çocuk sahibi olduğu bir hikaye. Kardinal Bertone’ye göre kilise, kadının statüsünü kesinlikle indirgemiş değil. Ancak Da Vinci Şifresi’ndeki kurgu şöyle:
BİR KADIN HAVARİ
Leonardo da Vinci, Kutsal Kase’nin sırrını saklayanlardan biri ve Milano yakınlarındaki Santa Maria delle Grazie Kilisesi’nin duvarında bulunan ‘Son Akşam Yemeği’ freskinde bu gizemin anahtarını ele veriyor. İsa’nın 12 havarisiyle birlikte ekmek kırıp şarap içtiği bu freskte sağ yanında oturan kişi bir erkek değil, kızıl saçları, narince kıvrılmış elleri ve göğüsleriyle bir kadın. Yani Magdalalı Meryem.
KUTSAL KASE SEMBOLÜ
Peki İsa’nın son akşam yemeğinde şarap içtiği Kutsal Kase nerede? Kase freskte görünmüyor. Ama, aslında görünüyor. Meryem olarak. Kase ya da kadeh aslında bir kadınlık sembolüydü. Kutsal Kase, kutsal dişiyi ve kilise tarafından tamamen yok edilmiş olan tanrıçayı temsil ediyordu. Kadının hayat verebilme yetisi bir zamanlar kutsaldı ama, erkek egemen kilisenin yükselişine tehdit oluşturuyordu. Bu yüzden kutsal dişi şeytanlaştırıldı ve ona günahkar dendi.
MESİH’İN EŞİYDİ
Son Akşam Yemeği’nde İsa ile Magdalalı Meryem bir çiftti. İkisinin evli olması, bekar İsa’dan çok daha mantıklıydı. Çünkü İsa bir Yahudi’ydi ve Yahudilerin sosyal kültürü yetişkin bir erkeğin bekar kalmasını yasaklıyordu. Bu nedenle İsa evli olmasaydı İncil ayetleri bundan mutlaka bahsederdi. Nag Hammadi yazıtlarında da ‘Ve Kurtarıcı’nın yoldaşı Magdalalı Meryem’dir’ diye geçiyor. Ve Aramice’de ‘yoldaş’ kelimesi eş anlamında kullanılıyor.
HAÇLI SEFERLERİ
Magdalalı Meryem’e tanrıça olarak tapan Sion tarikatı’na göre Hz. İsa çarmıha gerildiğinde karısı Meryem hamileydi. Kutsal Kase hikayesinde anlatılan İsa’nın kanı ile dolu olan kadeh aslında Meryem’i anlatıyordu. Mesih’in soylu kanını taşıyan Kutsal Kase’ydi Meryem. Ve İsa’nın bir soyu vardı. Vatikan bu sırrı dördüncü yüzyılda örtbas etmeye çalışmıştı. Haçlı Seferleri’nin bir nedeni de buydu.
İSA İLK FEMİNİSTTİ
Kilisenin Magdalalı Meryem’e emanet edilmesini isteyen İsa ilk feministti. Meryem, kilise erkekleri karşısında yıkıcı bir güçtü. Kilise kurma görevini almış olmakla kalmıyor, kilisenin yeni ilan ettiği ilahın ölümlü nesiller dünyaya getirdiğinin fiziksel kanıtını taşıyordu. Kilise bu yüzden Meryem’i bir fahişe olarak tanıttı ve İsa ile evlendiğine dair tüm delilleri sakladı.
Magdalalı Meryem’e ne oldu?
Hz. İsa, çarmıha gerildikten sonra, Havarilerin İsa ile ilgili söylenceleri dilden dile dolaşırken Magdalalı Meryem’in Efes’e, oradan da Fransa’ya geçtiğine dair efsaneler mevcut.
Hz. İsa, çarmıha gerildikten sonra Magdalalı Meryem’e ne oldu? Havarilerin İsa ile ilgili söylenceleri dilden dile dolaşırken Magdalalı Meryem’in Efes’e, oradan da Fransa’ya geçtiğine dair efsaneler mevcut.
Hazreti İsa çarmıha gerilirken hamile olan Magdalalı Meryem, doğmamış çocuğunun güvenliği için kutsal topraklardan kaçar, gizlice Fransa’ya gelip Yahudilerin arasına sığınır ve kızı Sarah’ı dünyaya getirir. İsa’nın nesli Fransa’da gizlice çoğalır ve Merovingian soyu oluşur ve onlar Paris’i kurarlar...
Dan Brown’ın Da Vinci Şifresi’ne göre ‘Sion Tarikatı’ bu sırrın koruyucusudur. Vatikan bu iddialara karşı çıkıyor. Peki ama gerçek nedir?
ÇOCUKLARI OLDU MU
Magdalalı Meryem’in hayatı üzerine bir kitap yazan Susan Haskins, şunları söylüyor: ‘Kişisel olarak Hz. İsa ile Magdalalı Meryem’in evlendiğini düşünmüyorum. Aralarında önemli bir ilişki olduğu şüphe götürmez. Ama bu bir numaralı kadın müridi olmasının dışında bir anlama mı gelir? Mahrem bir ilişkiyi insanlar ilgi çekici buluyor: Kutsal yazıtlarda muammalı ilişkiler sözkonusu, özellikle de gnostik anlatımlarda. Evlilik, hikayenin devamında mantıklı bir öngörü olurdu. Hahamlar (Hz. İsa’nın Yahudi hahamı olduğuna dair iddialar bulunuyor) genelde evli olurdu. Nag Hammadi (1945’te Mısır’da bulunan 1500 yıllık sureler) belgeleri de bu yönde bir işaret olmasa da Hz. İsa’nın evli olduğu iddia edilebilir. Elimizde bir çocuk ve Merovingianlar’a giden bir bağa dair kanıt yok.’
EKMEK VE LİMON AĞACI
Ancak efsaneye göre Magdalalı Meryem, İsa’nın müritlerinden olan Maximinus ile deniz yoluyla Efes üzerinden Fransa’nın Marsilya kentine gider. Hatta Fransızların meşhur ‘Madeleine’ çöreğinin Magdalalı Meryem’den geldiğine bile inanılır. Yumurta, tereyağı, un ve şekerden yapılan çöreklerin Magdalalı Meryem’e bağlı bir manastırdan çıktığına dair rivayetler vardır. Fransız İhtilali’nden sonra manastır dağıtıldığında rahibelerin astronomik bir rakamla tarifi pastacılar birliğine sattığı söylenir. Sonra Madeleine çörekleri tüm Fransa’ya yayılır, özellikle de Magdalalı Meryem günü olarak kabul edilen 22 Temmuzda büyük miktarda bu çöreklerden tüketilir. Magdalalı Meryem’in Fransa’ya gittikten sonra invizaya çekildiği, sadece kilise ayinlerinde dağıtılan kutsal ekmek ve limon ağaçlarından yükselen kokuyla beslendiğine dair de söylenceler vardır.
Merovingian Hanedanı ile Da Vinci Şifresi’nde iddia edildiği gibi bir bağ söz konusu mudur? Bu soruya yanıt, araştırmacı Lynn Picknett ve Clive Prince’dan geliyor: ‘Merovingianlar, Fransa’da bir kraliyet hanedanıydı. 5 ile 8’inci yüzyılda bugünkü Kuzey Fransa’da, Almanya ve Belçika’da hüküm sürdüler. Sonra kilise ile işbirliği yapan Karolingernler tarafından devrildiler. Dossier Secrets kitabındaki iddialara göre, iddia edilenin aksine Merovingian Hanedanı’nın soyu tükenmedi. Sion Tarikatı, Merovingianları korudu ve şimdi Fransa’da yeniden tahta oturmayı hayal ediyorlar. Bu saçma, çünkü Merovingian olsa bile bugün Fransız Cumhuriyeti’nde kraliyet mevcut değil.’
SİON ŞARLATAN İCADI
Yabancı Diller ve Edebiyat Profesörü Eric Vogt, Seattle Pasifik Üniversitesi’nin yayın organı Responce’da şöyle yazıyor: ‘Dan Brown’un Da Vinci Şifresi’ndeki Sion Tarikatı, Fransız bir şarlatan olan Pierre Plantard’ın bir icadıdır. Kısaca hikaye şöyledir: 1956 yılında Plantard bir grup arkadaşıyla kendi Sion Tarikatı’nı kurar. ‘Les Dossier Secrets’ (1975 yılında Paris Kütüphanesi’nde bulunan) isimli belgelerde sahtekarlık yapar. Bu belgelerde Isaac Newton ve Leonardo Da Vinci gibi ‘ustaların’ liderliğini yaptığı ve tarihi 1099 yılına kadar geri giden Sion Tarikatı’nın devam ettiği iddia edilir. 1960’larda Plantard, Sion Tarikatı efsanesini yaymak için bunları Paris Kütüphanesi’ne koymuştu. 1980’lerde Fransız gazeteci Jean-Luc Chaumeil bu yalanı ortaya çıkardı.’
Sion Tarikatı’nın büyük ustası olarak ortaya çıkan Pierre Plantard’ın 2000 yılında ölmesinin ardından yerine geçen olup olmadığı, geçen varsa kim olduğu bilinmiyor.
Opus Dei’nin resmi internet sitesinde Da Vinci Şifresi ile ilgili iddialara şöyle yanıt veriliyor.
Opus Dei bir Katolik tarikatı mıdır?
- Da Vinci Şifresi, Opus Dei’yi yanlış bir şekilde bir Katolik tarikatı olarak göstermektedir. Oysa Opus Dei, Katolik Kilisesi’nin bir parçasıdır. 1941 yılında Madrid Başpiskoposu tarafından tanındı ve 1948 yılında Vatikan tarafından da onaylandı. 1982’de kilisenin çatısı altına monte edildi.
Opus Dei, Da Vinci Şifresi’nde olduğu gibi çile çekmeyi ibadet şekli olarak onaylıyor mu?
- Katolik Kilisesi’nin bir kısmı çile ve kurban etme dahil, Opus Dei’nin kurallarını uygular. Riyazetin esin kaynağı, Hz. İsa’nın dünyayı günahlardan arındırmak için insanlara olan sevgisinden kendi isteğiyle onların acılarını üstlenip çile çekmesidir.
Kutsal Káse, Magdalalı Meryem’i mi simgeliyor
Uzmanlar Lynn Picknett ve Clive Prince, Da Vinci Şifresi kitabıyla gündeme gelen sorulara şu yanıtları veriyor:
Kutsal Káse’nin İsa soyunu devam ettiren Magdalalı Meryem olduğuna dair ne tür işaretler var?
- Eski yazıtlarda ‘Kutsal Kase’ bir kap olarak karşımıza çıkmaktadır. İlk metinlerde ya ayrıntılı bir tarif yoktur ya da ‘taş’ diye söz ederler. Káse’nin Magdalalı Meryem’in rahmine delalet ettiği konusunda hemfikir değiliz. Sion Tarikatı da bunu reddediyor. ‘Kutsal Kan, Kutsal Kase’ kitabının da yumuşak noktasını oluşturuyor. Da Vinci Şifresi’nde daha belirgin, ancak bu kurgusal bir hikayedir.
Leonardo da Vinci ile gizli bir tarikat arasında bağ var mıydı?
- Leonardo’nun dogmalara karşı olduğu, esoterik düşüncelere merak duyduğu tarihçiler tarafından kabul ediliyor. Sion Tarikatı, dokuzuncu büyük ustası olduğunu iddia ediyor, lakin kanıtlamak mümkün değil. Leonardo zamanından kalma tek bir belgede bile böyle birşey yok. Ama gizli bir tarikat sözkonusu olduğunda böyle dokümanlar olur mu? Leonardo’nun eserlerine semboller koyduğu ise doğrudur.
Hz. İsa öldükten sonra ne oldu?
HIRİSTİYAN kaynaklara göre Hz İsa’nın ölümünden ve ilk İncillerin yazılmasına kadar yaklaşık 40 yıl geçmiştir. Hz. İsa’nın müritleri, bu sırada onun kim olduğunu, hayatının ve ölümünün ne anlama geldiğini halka anlattılar. Bu nedenle anlatanların kendi bakış açılarından anlattıkları İnciller ortaya çıktı.
‘Güneşe taptığı’ bilinen Doğu Roma İmparatoru Konstantin, topraklarında hem Hıristiyanlığa, hem de ‘güneş dinine’ izin veriyordu. Hıristiyanlar da bu iki dini birbirinden ayırmıyor, hatta güneşin doğumgünü olarak kabul edilen 25 Aralık’ta Hz. İsa’nın altın bir faytonla gökyüzünde dolaştığına inanılıyordu.
MS 325 yılında Konstantin, Aryan Mezhebi ile Hıristiyan Ortodokslar arasında meseleyi çözmek üzere İznik Konsülü’nü topladı. Aryanlar, Hz. İsa’nın babasının Tanrı olduğunu, kendisinin ise olmadığını savunuyordu. Ortodokslar ise babası gibi Tanrı olduğunu savunuyordu. Sonunda Ortodoksların inancı kabul gördü. Da Vinci Şifresi’nde ise Konstantin’in ‘Pagan sembollerini, tarihlerini ve ayinlerini büyüyen Hıristiyan geleneğine yerleştirerek, her iki tarafın da kabul edebileceği bir din yarattığı’ öne sürülüyor. Hıristiyan kaynaklara göre, İznik Konsülü gerçeklik, dini ve ahlaki değerlerin ele alındığı bir buluşmadan ziyade siyasi nüfuzun vurgulanması olarak öne çıkıyor. Gelecek bin yılın Avrupası’nın entelektüel ve siyasi çatısı burada şekillenmeye başladı. Uzman Bart D.Ehrman’a göre ‘Şöyle de denebilir: Şifreler burada atıldı.’
Papa savaş açtı
Papa II. Jean Paul, ölmeden önce tüm dünyada 25 milyon adet satan Dan Brown’un kitabı ‘da Vinci Şifresi’ne karşı büyük bir kampanya başlatmak istiyordu. Papaya göre kitap, Hıristiyanlığa ve Hz. İsa’ya karşı büyük bir saygısızlık yapıyordu. Ama aslında Brown’un romanı, Hırıstiyan alemindeki çok eski bir tartışmayı yeniden gündeme getiriyordu.