Vecihi Hürkuş, pek çoğu "ilk" olan büyük askeri başarılara imza atan bir kahraman olmakla beraber; inanç, ileri görüş, azim ve tükenmez enerjisiyle Türk Sivil Havacılığı nın da tartışmasız en büyük ismidir.
Yeni bir ülke kurulurken her adımına şahit olan bir tarihtir. Yarım asırdan fazla fiilen havacılık yapmış efsane bir pilot, 29 yaşında kendi uçağını yapıp uçuran yetenekli bir mühendistir. Ama en önemlisi, adını bir uçak figürü olarak yazıp, imzasını böyle atacak kadar büyük bir "havacılık aşığıdır". Ve hemen her başarısından sonra vefasızca kesilen cezalar ödese de bu aşkından ölünceye kadar vazgeçmemiştir…
Hayatına Gelince:
Vecihi, henüz 17 yaşında eniştesi Kurmay Albay Kemal Bey'in yanında gönüllü olarak Balkan Savaşı’na katılıp, Edirne'ye giren kuvvetler içinde yer alır. Savaş sonunda İstanbul Ordu Kumandanlığı tarafından Beykoz Serviburun'daki esir kampına atanır.
Ama 18 yaşındaki Vecihi, savaşta gördüğü uçaklardan etkilenip kendisi gibi ilk savaş tecrübesini Balkan Harbi’nde veren Hava Kuvvetleri’ne girip “tayyareci” olmaya karar
vermiştir. Başvurur, ancak yaşı küçük olduğundan makinist mektebine uygun görülür. Makinist eğitimine başlayıp tamamlayan Vecihi, 1. Dünya Savaşı başladığı için Bağdat Cephesi’ne uçak makinisti olarak gönderilir. Orada 2 Şubat 1916 tarihinde bir uçak kazasında yaralanarak İstanbul'a döner.
(bilgi notu) Bu uçuş Vecihi'nin 2. uçuşudur. Kalkışta stole giren parasol tipi uçak düşerek Vecihi’nin belinden, pilotu Yüzbaşı Mehmet Ali (Kurçer) Bey’in de yüz ve ayaklarından yaralanmasına sebep olur. Mehmet Ali Bey, 1914 yılında bir REP uçağıyla Yeşilköy’den kalkıp Beyazıt Meydanı (Harbiye Nezareti’nin önüne) inen pilottur. Halkın uçağa olan ilgisi ve bu iniş için gereken yeteneğinin takdirine istinaden, bu disiplinsiz harekete ceza verilmez. İlgi gösteren halktan havacılık için yardım toplanır ve uçak 3 gün sonra sökülerek Yeşilköy’e götürülür. Mehmet Ali Bey, Bağdat’taki bu kazada bacağını kaybettikten sonra maalesef bir daha uçamaz.
Vecihi iyileştikten sonra Yeşilköy'deki Tayyare Mektebi'ne başvurur, ısrarlı girişimlerinin işe yaramasıyla bu kez pilotluk eğitimine kabul edilir. Eğitimin başlarında Bağdat da geçirdiği kazanın psikolojisinden kurtulmak için özel ricalarla mümkün olduğunca çok uçarak, bu kötü etkiyi üzerinden atıp, hem de uçuş tecrübesini mümkün olduğunca artırmış olur. Pilot öğrenci Vecihi, ilk uçuşunu 21 Mayıs 1916 tarihinde yapıp, 15 Kasım 1916’da okulu bitirerek pilot brövesini alır. Yeteneklidir; bir yandan rasıt kursuna alınmış arkadaşlarının kurs uçuşlarını yapmakla meşgul olurken, diğer yandan şahsına tahsis edilen Fokker tipi avcı tayyaresi ile kendisini akrobatik hareketlere hazırlar. Vecihi, yaptığı uçuşlarda dikkatlidir. Dalışlardan çıkışta kumandaları yumuşak kullanır, tayyarenin süratini düşürmez. Hareket normal cereyan eder ve luping içinde ( 360 takla atmak ) uçak mükemmel döner. Türkiye havacılığında ilk defa bu hareketi yapmak şerefi Vecihi’ye aittir.
Vecihi artık bir savaş pilotudur. Ülke savaştadır ve havacılık organizasyonu müttefik Almanların denetimi altındadır. Dünya Savaşı Osmanlı için dört bir cephede devam ederken, 22 yaşındaki Vecihi 3.savaşına girer. 1917 sonbaharında Kafkas Cephesine, 7nci Tayyare Bölüğü'ne atanır. O sırada bu cephede Alman pilotlar, hava ve arazi şartlarının keşif için imkan vermediğini mazeret gösterip, uçuş yapmamaktadır. Vecihi hava şartlarının bahane edildiğini, uçuş yapılabileceğini iddia edip uçuşlara çıkar. Bir sabah Vecihi, kalkışta kritik bir yükseklikteyken motorda bir sorun hissedip, ani bir karar ve zorlu bir manevrayla geri döner. Biraz şans eseri büyük bir kaza olmaz ama sert yapılan bu inişle uçağın kuyruğu hasar görür. Rasıdı dahil olmak üzere herkes Vecihi verdiği kararın doğruluğunu sorgulamaktadır. Hatta Vecihi’nin uçmaktan, çarpışmaktan korktuğu dahi söylenir. Sonuçta daha 40 saat uçuşu olan yeni bir pilottur. Vecihi teknisyenleri ikna eder, uçağın motor bölümlerini sökerler. Benzin hortumu bir Alman dergisinden koparılmış kağıt parçalarıyla tıkanmıştır. Anlaşılan bu sinsi sabotajla Alman pilotlar, rahatlarını bozan Vecihi’den kurtulmak istemişlerdir.
Görev şartları zorludur. Rusların sürekli takviyelerine karşılık Türk havacıları hergün daha fazla malzeme sıkıntısı çekmektedir. Birkaç yüz kilometre ötedeki düşman hangarına bomba atmak ve cephede keşif için uçuşa çıktıkları bir gün; karşı rüzgarda kalıp, zor ilerleyan ve kolay hedef olan uçağına 85 mermi ve uçaksavar şarapneli isabet eder. Kendiside yüzünden yaralanmasına rağmen uçağı geri getirmeyi başarır. Yine bir başka görevde, hava savaşına girdiği Rus uçaklarından birini makineli tüfek ateşiyle düşürüp “savaşta ilk uçak düşüren tayyareci” unvanına sahip olur.
(bilgi notu)Bu görevde rasıtı Şükrü Bey’dir. Şükrü Bey (Koçak) 25 yıl sonra THK Genel Başkanı olarak, kurumda çalışan Vecihi’nin amiri olacaktır. Bu dönem Vecihi’nin Van’da görevlendirilmesiyle, 3. ve son kez Kurumdan ayrıldığı dönemdir.
8 Ekim 1917 günü aynı güzergah üzerinde girdiği hava savaşında bu kez kazanan bir Rus uçağıdır.
“İşte kıyametler yaratan o an, 3300 metrede oldu. İki tayyare! O yukarıdan aşağı, biz aşağıdan yukarı, karşılıklı açılan öldürücü iki ateşin izli huzmeleri birbirini kucaklayacakmış gibi… Yalnız bir ümit ve yalnız bir netice…
Hep o an: Başımın üzerinde, acısını henüz unutamadığım ağır bir vuruş, hislerim ölgün bir hayalet halinde meçhul karanlıklara gömülüyordu. Takdir! “ (Vecihi Hürkuş “Havada” sayfa 41)
Vecihi, başından yaralıdır ve uçağın motoru da isabet almıştır. Ancak 1500 metre irtifa kaybettikten sonra kendine gelir. Uçağını kırımlı bir şekilde indirip, esir olmadan önce yakacak fırsatı bulur böylece Rusların eline geçmesini önler. İşgal güçlerinin destekçisi olan bir grubun şiddetine maruz kalır. Yetişen Rus süvarileri Onu ve Rasıt Bahattin’i bu yerli kalabalıktan kurtarır.
“İmdadıma yetişen Rus doktorları, beni bir sedyeye yatırarak içeri aldılar ve yatağa uzattılar. Arkadaşım Bahattin de (Rasıt) yanımdaydı. Yaralarımı şefkatle saran bu insanların muamelesi bizi çok mütehassıs kılmıştı.
Yüzbaşı (Gürcü imiş) tayyareci Harp Erkanı Maçevaryani’nin, bizi havada selamlayan ve sıhhat dileyen(!), bu şık takdim sözlerine hayran kalmıştım. Dilinde tevazu, terbiyesinde geniş bir nezaket vardı. Düşürdüm yerine "selamladım" diyordu….
…ordu tercümanı olan Tatar yüzbaşıdan öğrendiğime göre, benim adım, Ruslar arasında “kara tehlike” olarak söylenmekte imiş ve beni düşürene mükafat vaat edilmişmiş.” (Vecihi Hürkuş “Havada” sayfa 45)
Esir olarak Hazar Denizi’nde Nargin Adası’na götürülür. Esirken bütün ideali bir Rus uçağı kaçırarak yurda dönmektir. Ancak bu emelini gerçekleştiremez. Birkaç girişimden sonra bir tahta çamaşır teknesine tutunarak yüzüp, tarafsız ülke konumunda olan İran’ın Assan şehrinde karaya çıkar. Firar arkadaşı istihkam teğmeni Salih Bey’le üç aylık bir yürüyüşle Süleymaniye üzerinden Musul’a, oradan da İstanbul’a dönmeyi başarır.
İstanbul’a vardığında savaş bitmek üzeredir bu yüzden tayin olduğu Hava Müdafaa Bölüğünde İstanbul müdafaasına katılır. Fazıl Bey’in 5 İngiliz uçağıyla tek başına kaldığı hava savaşında o da görevdedir. Kullandığı uçağın modeli yüzünden erken biten yakıtını için alana dönüp ikmal yapması gerekir. Tekrar havalanıp uzaktan savaşı görse de aradaki 1000 metrelik irtifayı alıncaya kadar İngiliz uçakları çatışma bölgesinden uzaklaşmışlardır.
Savaş bitip İstanbul işgal edilince, pilot arkadaşlarıyla işgal kuvvetlerinden gizledikleri 3 uçağı kaçırmaya çalışırlar. Ancak Vecihi’nin kullandığı uçak dahil olmak üzere ikisi kalkışta kaza geçirip bunu başaramaz. Sonrasında esaretten dönüp Anadolu’ya gidenlerin arasına katılıp, Mudanya-Bursa-Eskişehir üzerinden Konya’ya gider. Çünkü Konya, işgal sonrasında havacılık adına işe yarayan ne varsa toplanıp, mücadele için hazırlıkların yapıldığı merkezdir. Buradaki 3 uçaktan birini alıp Uşak cephesinde görev alır.
Bu kez Kurtuluş için verilecek son bir savaş vardır ve Vecihi Hürkuş 4.savaşına tecrübeli bir pilot olarak girer. Bu uzun ve zorlu mücadelenin her aşamasına uçabildiği kadar katkı sağlayıp tanığı olur. Kendisi Kurtuluş Savaşının ilk ve son uçuşlarını yapan, ayrıca İzmir/Seydiköy"deki hava meydanını işgal eden tayyareci olmuştur. Bu ve diğer başarıları için TBMM tarafından İstiklal Madalyası’yla ve üç takdirname ile onurlandırılmıştır.
Savaştan hemen sonra Hava Kuvvetleri’nin ilk oluşumu olan Hava Kuvvetleri Müfettişliği kurulmuş, Vecihi Hürkuş da İzmir Seydiköy'de açılan tayyare okulunda eğitmen olmuştur. Kısa bir süre sonra yeni yapılandırılan İzmit mıntıkası Tayyare bölüğüne atanır ama üç ay sonra İzmir'de Binbaşı Fazıl'ın eğitim uçuşu sırasında düşüp ölmesiyle yeniden İzmir'e görevli olarak döner ve eğitimciliğe devam eder.
Vecihi, Edirne'ye motor arızası yüzünden inen bir İtalyan yolcu uçağını teslim almaya gönderilir. Bakımları yapılıp uçurularak uçak İzmir’e getirilir. Bu hizmetine karşılık teslim alınan uçağa VECİHİ adı verilir. Bu olay 19 yaşında gördüğü makinist eğitiminden beri, havacılık hakkında farklı hayalleri olan ama hep koşturmaca ve görev içinde yer alan Vecihi’nin hayallerini tekrar gözden geçirmesine sebep olur. Her şeyiyle dışarıya bağımlı olunan havacılıkta bir ilke imza atıp kendi uçağını yapmak! Türkiye ye ait bir uçak , yerli havacılık sanayinin kurulması, neden olmasın?
Havacılık adına Avrupa’daki değişik ülkelerin dolaşıldığı bir inceleme gezisinde yer alır. Biraz da yapmayı hayal ettiği uçağı düşünerek dışarıdaki imkanları ve havacılığın durumunu gözlemler.
1924 yılında uçak yapma projesine başlar. Savaş sonunda hızla geri çekilen Yunanlılardan ganimet olarak ele geçen uçak parçaları ve motorlarından yararlanıp projesi kendine ait ilk uçağı Vecihi K(kara) VI' yı imal eder. Uçak bitmiştir ama tecrübe uçuşunu yapmak için izin verilmez. Uçabilmesi için uçağın güvenirliğine karar verecek bir onay gerekir. Ama böyle bir onayı verecek bir yapı yoktur. Bu yüzden sabırsızlanan Hürkuş, Vecihi K-VI’ nın uçabildiğini göstermek için bir gün izinsiz olarak uçağını test uçuşuna çıkarır. Cumhuriyet tarihinin ilk yerli yapım uçağı 28 Ocak 1925'de başarıyla gökyüzüyle buluşur.Ancak Türk Havacılık Tarihi’nde, sonraki yıllarda da hiç değişmeden sürecek bir tavır devreye ilk kez girer, muhtemelen tebrik ve takdir bekleyen Vecihi, bu uçuşu izinsiz yaptığı için cezalandırılır. YAPTIĞI UÇAĞIYLA UÇUŞUN cezası; 10 GÜN HAPİS VE YARIM MAAŞININ KESİLMESİ CEZASIDIR. Vecihi Bey, hayal kırıklığı içinde ordudan ayrılır…
Ordudan ayrılmak çok arzu ettiği bir durum olmasa da O artık sivil havacılığın bir neferidir. Ülkede bir sivil havacılık altyapısı oluşmasına ön ayak olması için, bizzat Atatürk emriyle kurulan, Türk Tayyare Cemiyeti'nin (Bugünkü THK) Fen (Teknik) şubesini organize etmek için çağrılır. Yakın dönemde TTC havacılık için yoğun bir bağış toplama faaliyetine girecektir. Vecihi, yaptığı uçağını geri alıp bu faaliyetlerinde kullanmak ve halka havacılık sevgisini aşılamak ister ama kendi yaptığı uçağını, imalatında Ordu envanterindeki malzemeleri kullandığından olsa gerek geri almayı başaramaz. Hatta uçağını geri almak ümidini kaybedince, defalarca dilekçe vererek, uçağının kapalı bir yerde korunmasını, müzeye alınmasını ister ama talebi uygun bulunmaz. O günün malzemesi olan tahta ve bezden yapılı uçak, açıkta, toprak üzerinde giderek erir ve yok olur.
TTC’nın aldığı ilk uçak, Ceyhan İlçesi’nden gelen bağışlarla aldığı “Ceyhan” uçağıdır. Vecihi kendi uçağını hayal ederken, yeni alınan bu uçakla yurtiçi bağış gezilerine başlar. Sevdiği havacılık için sevdiği işi yapar; uçup, gösteriler yaparak kalabalıkları coşturur Türk Havacılığı için yardım toplanmasını sağlar.
“İhtiyar bir köylü yanıma sokuldu ve mahzun bir sesle “Evlat ben bir fakirim, acaba ben de uçabilir miyim?” Bu soruya karşı sarsıldım… Fakir mi? Kim fakir baba? Türk mü? Türk’ten gani kim var?.....
…..Hayır baba sen fakir değilsin bu eser senin malındır. “Huzur içinde uçabilirsin buyur aslanım.”
Mahzun çehresinde kibar bir sevinç parladı, gülerek tayyareye bindi, havalandık, yükseldik. Önce hafif hareketlerle halini araştırdım. Bu mütevazi yolcum istediğim kadar soğukkanlı ve neşeli. Ben baktıkça gülüyordu. Huzur içinde daha yüksek hareketlere başladım. Dönüyor, yuvarlanıyor, lupingler savuruyorduk. Bilmem kaç luping sonra, toprak yerini semaya verdiği bir anda, yani ters uçuyorduk, döndüm baktım. Ne görsem beğenirsiniz üstat, hayır asla tahmin edilemez. Ben diyeyim! Tabakasını çıkarmış sigara saracağım diye uğraşıyor, koca Türk!..(BİR TAYYARECİNİN ANILARI-VECİHİ HÜRKUŞ-SAYFA 188)
TTC yerli bir uçak sanayi başlatmak için uçak üretmeye karar vermiştir. Fen şubesinin başındaki Vecihi, teknik incelemelerde bulunmak için Cevat Abbas Bey başkanlığında yurtdışına gider. Fransa’da Breguet, Potez, Hanriot Almanya’da Junkers ve Rohrbach gibi fabrikalar ziyaret edilip fikirler alınır. Hatta bu gezi sırasında (1925 Yılında) Atlantik Okyanusunu uçarak geçmesi için kendisine teklifte bulunulur.
Yurda dönüşte Vecihi’yi bir sürpriz beklemektedir. TTC Yönetim Kurulu istifa etmiş, malzeme ve uçaklar Hava Kuvvetleri envanterine dahil olmuştur. Bu durumda Vecihi’nin tekrar Hava Kuvvetleri çatısı altına girmesi gerekmektedir. Ama Vecihi TTC’den istifa eder.
Milli uçak üretmek için kapanan kapılar ve tekrar açılan kapılar yıllarıdır. Milli Savunma Bakanlığı Alman Junkers firmasıyla ortak bir projeyle Kayseri’de uçak üretmek için plan yapar. TOMTAŞ adında kurulan bu yapı için Vecihi Bey’e de teklif götürülür. Vecihi Hürkuş bu projeye dahil olup, bir nevi danışman ve test pilotluğu görevi üstlenir. Bir süre Almanya’da kalıp üretilmesi düşünülen uçakların tecrübe uçuşlarını yapar, eksikliklerini bulur.
(bilgi Notu) Yeni bir model Junkers uçağının tanıtımı için Eskişehir’de Ordu ve Junkers temsilcilerinin katıldığı bir hava savaşı provası düzenlenecektir. Junkers yetkilileri modifikasyonları Vecihi Hürkuş'un tavsiyeleriyle şekillenmiş uçağın, bu savaş oyununda kendisi tarafından uçurulmasını isterler. Bu görev için Almanya’daki fabrikadan ülkesine geri gelir . Hava savaşında 230 beygir gücündeki çift kişilik Ju-a35, Hava Kuvvetleri’nin o dönemdeki en gözde uçağı, tek kişilik 500 beygir gücündeki Nieuport’la kapışacaktır. Vecihi Bey, bu orantısız duruma itiraz eder ama Ordu adına jüri başkanı olan Albay Muzaffer (Ergüder) Bey bu durumu emniyetsiz bir detay olarak görür. Temsili savaş yapılır meydanı savunmakla görevli Neiuport, Junkers'e karşı savaşı kaybeder. Bu sonucu beklemeyen Muzaffer Bey; “Ama Junkers tayyaresini Vecihi idare etti!” diyerek sonuçtan memnun olmadığını gösterse de, Almanların “O da sizin pilotunuz” itirazıyla durumu kabullenir.
|
Muzaffer Ergüder, 1900’de “Talimgah”ı, 1914’de Harp Akademisini bitirerek,. Kurtuluş Savaşı yıllarında Batı Cephesi Komutanlığında Kurmay Başkanı Vekilliği görevini yaparken Hava Kuvvetleri Müfettişliğine atanmış, 1927 yılından sonra çeşitli birlik ve kurumlarda komutanlık yaparak 1947 de Orgeneral olmuş değerli bir komutandır.
Kurtuluş Savaşı'nın hemen sonrasında Askeri havacılığın organize edilmesinde önemli kararlara imza atmıştır. Avrupa'daki gelişmeleri görmek için 1924 yılında Avrupa'daki uçak üreticilerine yapılan, içinde Vecihi Hürkuş'unda yeraldığı heyetin başkanıdır.
Muzaffer Ergüder, Vecihi'nin yaptığı ve izinsiz uçurduğu için ceza aldığı İlk Türk uçağı Vecihi K-XIV'ün yapıldığı birliğin komutanıdır. Aldığı ceza üzerine istifasını veren Vecihi Hürkuş hakkında, Milli Müdefa Vekaletine gönderdiği raporda Vecihi Hürkuş'u "görevden kaçmakla" itham eder. Ama savaş ve hizmet geçmişi bilinen Vecihi Hürkuş'un hakkındaki bu iddalar dikkate alınmaz.
|
Vecihi Hürkuş pilotluğunda Tomtaş'a ait olmayan ama fabrika hizmetinde bulunan Junkers G-23 uçaklarıyla Ankara - Kayseri arasında ulaşım uçuşları yapılır. Tarih 1927'dir. Bu uçuşların, yurdumuzda ilk hava yolu uçuşları olduğu düşünülebilir.
Heyecan ve büyük ümitlerle başlayan bu proje, Türklerin Almanları yüksek ücret almak, Almanların da Türkleri içinden çıkılmaz bürokrasi ve işe yeterince hız vermedikleri yüzünden eleştirmesiyle sekteye uğrar ve TTC’nin Almanlara ait hisseleri alıp, iştirake ortak olmasından kısa bir süre sonra, 1928 yılında yönetim sorunları yüzünden bu proje hiçbir uçak üretilemeden son bulur.
1930 yılında Vecihi Hürkuş tekrar TTC’ndeki eski görev yeri olan Teknik Şubeye döner. Yeni uçaklar projelendirir maketlerini yapar. Bu kez hiçbir kurumu bulaştırmadan kendi çabasıyla uçak yapmak için 1930 yılı yıllık iznini ücretsiz uzatıp Kadıköy'de bir keresteci dükkânının üst katını kiralar ve üç ay içinde ilk Türk sivil uçağını; aslında ikinci uçağı VECİHİ XIV uçağını inşa eder.
Vecihi XIV İlk uçuşunu 16 Eylül 1930'da Kadıköy Fikirtepe'de büyük bir kalabalık ve basın topluluğu önünde yapar. Uçak iki kişilik, tek motorlu spor ve eğitim uçağıdır. Vecihi gurur duyduğu uçağıyla uçarak Ankara'ya gelir ve Ankara üzerinde gösteriler yapar. Başbakan İsmet İnönü ve bazı komutanlar tarafından uçağı incelenerek tebrik edilir. Vecihi Hürkuş, uçabilirlik sertifikası verilmesi için İktisat Bakanlığı'na müracaat ederek müsaade ister ve tarih tekerrür eder: 14 Ekim 1930'da, "Tayyarenin teknik vasıflarını tespit edecek kimse bulunmadığından gereken vesika verilmemiştir" cevabını alır.
"Burada halkımızın gözleri önünde yaptığım uçuşların, tayyaremin sağlamlığı hakkında kâfi ve pratik bir delil olduğu aşikârdır. Bu hadiselere rağmen, tam bir başarıya sahip bir milli eserin bir kalemde mahvedilmesi bugünkü milli kalkınma anlayışına yakışır mı ve sizin vicdanınız bu haksızlığa razı olabilir mi? Tayyaremin muayenesi için Fen Şubesi, elinde aerodinamik vasıfları tespit edecek vasıta bulunmadığını ileri sürüyor. Çok rica ederim binbaşım! Fen Şubesi, fenni muayenelerin icap ettiği vasıtaları henüz tatmin etmemiş bulunuyorsa, bütün varını vermek suretiyle milli havacılığımızda muvaffak bir eser meydana getirmiş bulunan bir vatandaşın kabahati nedir? Binaenaleyh, bu haksızlığın giderilmesini ve tayyaremin kurtarılmasını tekrar tekrar sizin vicdanınıza bırakıyorum."(BİR TAYYARECİNİN ANILARI-VECİHİ HÜRKUŞ-SAYFA 251)
Yukarıdaki satırların muhatabı Binbaşı Şefik Çakmak'tır. Vecihi Hürkuş'un tanıyıp sevdiği bu komutan durumdan mahcuptur, ve üzüntü duymaktadır. Ama bu değerlendirme ve emir yüksek makamlardan(!) gelmiştir. Vecihi bu garip döngüden bir çıkış yolu olarak bir fikir geliştir. Uçak o yıllarda havacılık sanayi standartları oturmuş olan Çekoslovakya’ya gidip orada yeterlilik testi yapıldıktan sonra yurda getirilecektir. Şefik Binbaşı'nın yardımıyla izinler alınıp Vecihi XIV sökülerek, trenle Çekoslovakya’ya gönderilir. Prag’da uçağa ait statik raporu gibi resmi evraklar Çek diline çevrilip, uçuş için tekrar monte edilir. Lisans için istenen tüm görevler başarıyla yerine getirilir. Ve kendi ülkesinde alamadığı uçuş müsaadesini bu ülkeden alır. Trenle taşınan tanımsız uçağın, uluslararası hava sahasında uçabilmesini sağlayacak bir lisansı vardır artık. Bu gurur ve keyifle uçarak ve hatta mola verdiği Avusturya’da gece yıldızların altında uçağında uyuyarak 5 Mayıs 1931'de Türkiye'ye gelir. Hürkuş, uçağının atıl kalmaması için Posta İdaresi ile çeşitli görüşmelerde bulunur. Ancak TTC tarafından gelen bir çağrıyla tekrar bağış organizasyonlarında görev alması istenir. Teklife sevinen Vecihi, uçağıyla Ankara’dan uçuş turnesine başlar.
Ve İstanbul’da 2'nci turunu tamamlar. Uçuş turnesi büyük bir başarı getirmiş, geçilen bölgelerdeki kurum şubeleri bağışlarla zenginleşmiştir. Ama bu turne sonrasında, yardımcısı Hamit Bey’in işine son verilir, Vecihi Hürkuş’a ödenen uçuş tazminatı kesilerek Vecihi XIV uçağı da uçuştan men edilir. Bundan sonraki uçuşların Milli Savunma Bakanlığı tarafından verilecek uçakla gerçekleştirebileceği bildirilir. Vecihi tekrar Kurum'dan ayrılır.
Artık kendi istediği yolda gitmek istemektedir. Gezilerde tanık olduğu uçma sevgisine bir katkı olması için havacılık okulu açmayı düşünür. 21 Nisan 1932'de İlk Türk Sivil Havacılık Okulu'nu kurar. İkisi kız olmak üzere 12 öğrenci kaydolur. 27 Eylül 1932'de eğitim ve öğretime başlanır. Bir sivil girişim olarak iyi imkânlarla donatılmış okul; büyük bir atölye, Kalamış'ta bir hangar ve küçük bir uçuş sahasından oluşur. Fikirtepe'de de daha büyük bir uçuş alanlarına sahiptir. Okulun finansmanı, Tekel idaresi ve İş Bankası gibi reklam verenler ve hayırsever yardımlardan karşılamaya çalışır. 12 öğrenci, hiçbir kaza ve kırım olmadan eğitimlerini tamamlayıp, uçmayı öğrenir. Ancak ne yazık ki “okul diplomalarının” denklik sorunu giderilemez ve bu güzel proje aynı zamanda yaşanan parasal sorunlar yüzünden son bulur.
Atatürk’ün yaptığı bir yönlendirmeyle Vecihi tekrar Kurum'a çağrılıp yeni bir anlayışla çalışacak Türkkuşu’nun kurulmasında görev alması istenir. Tarzına çok uyan bu sivil okul oluşumunu memnuniyetle kabul edip, güzel altyapılar oluşturulmasına katkıda bulunur. Bu dönem 10 yıllık bir suskunluktan sonra, Etimesgut Uçuş Okulu ve İnönü Planör Kampı'nın (yeri Vecihi Hürkuş ve Rus planörcü Anohin tarafından tespit edilmiştir) kurulup, yurt genelinde gençlerin havacılığa teşvik edildiği yıllardır.
Her şey güzel giderken Atatürk’ün ölümünden kısa bir süre sonra THK yönetimi tekrar değişir ve Vecihi Hürkuş için yeni bir görev yerine karar verilir. Bu yer Van’dır. Vatanın her yeri kutsaldır ama Van’da sadece kuşlar uçmaktadır… Artık havacılık için çaba göstermekten çok kısır çekişmeler için çaba gösterilen kurumdan son kez yolunu ayırır.
10 yıl gibi süre havacılıktan uzak kalır ama dayanamaz. Önce havacılık için Kanatlılar Birliği adında bir oluşum kurulmasında yer alır. 1948 yılında BİR YIL/ 11 SAYI olarak KANATLILAR DERGİSİ çıkarılır. Sonra zirai mücadele için bir ticari ortaklığa girer ama anlaşamaz ve ortaklığı bırakır. Havadan reklam ve tanıtım uçuşları yapar. THY envanterinden çıkan uçaklarla, 40'ncı havacılık yılında havayolu taşımacılığı işine girip, özel ilk Türk Havayolu Şirketi HÜRKUŞ’u kurar. Ama kazalar, uçak kaçırma ve suikastlar olur; işler yolunda gitmez Hürkuş Havayolları fesih edilir. Fazlasıyla ekonomik sıkıntı içindedir ve sayısız dava yüzünden mahkemelerde geçen bir hayatı vardır. Son olarak elinde kalan tek uçakla (TC-ERK) Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da zorlu şartlar altında TORYUM, URANYUM FOSFAT maden arama hizmeti verir…
Ufku ve enerjisi sınır tanımayan Vecihi Hürkuş, yabancı uçak temsilcileri, -bilerek veya bilmeyerek- bunlarla ortak çaba içinde olan havacılık bilirkişisi konumundaki askerler ve de bürokrasiyle mücadele etmekle geçirdiği zorlu, gururlu yılların anılarını yazarken; 73 yaşında beyin kanaması geçirip, ilk uçuşundan 53 yıl sonra vefat eder. Tarih 16 Temmuz 1969’dur. O gün tarih kitaplarında; "Ay'a ayak basacak astronotları taşıyan SATURN V’in yola çıktığı gün" olarak geçer. Kim bilebilir! "ELOĞLU AY'A BİZ YAYA" sözü de belki ilk kez O gün kullanılmıştır...
Buradaki bilgiler ve resimler TAYYARECİ VECİHİ HÜRKUŞ MÜZESİ DERNEĞİ Arşivinden alınmıştır