Maddi Durumu ve Birikimi
Atatürk Cumhurbaşkanı olarak, 1927 senesine kadar ayda 5.000
lira maaş ve 7.000 lira olağanüstü ödenek olmak üzere toplam 12.000 lira
almaktaydı. 1927’de Cumhurbaşkanlığı ödeneğine 2.480 lira “pahalılık zammı”
yapılmıştı. 1931 yılında eline 13.186 lira geçerken; 1932’de yürürlüğe giren
vergi yasasından sonra bu miktar 9.078 liraya düşmüştü. Bunun 2.000 lirasını
her ay İsmet İnönü’ye vermekte olduğundan gerçekte elinde kalan miktar 9.078
lira idi. Ayrıca mareşallikten emekliye ayrılan bir subay olarak emekli maaşı
da bulunuyordu. Bu maaş önceleri 40 lira civarında idi. Sonradan Ordu
Komutanlığı ve Vekillik yapanlar için çıkarılan bir kanunla 150 lira oldu. Bu
para İş Bankası’nda açılan ayrı bir hesapta toplanıyordu. Vefatında bu
hesaptaki para 19.566 lira 18 kuruş olmuştu.
Köşkte görevli personelin yeme içme giderleri ile köşkün
diğer masrafları Atatürk tarafından karşılanıyordu. Her günkü iaşe mevcudu,
misafirlerle beraber 90-100 kişiyi buluyordu. Seyahatlerinde devletçe
kendilerine yalnız tren veya vapur gibi vasıtalar temin ediliyordu. Diğer bütün
masraflar Atatürk tarafından karşılanıyordu. Yalnız kendisi için değil, maiyeti
için dahi harcırah diye bir şey bahis konusu değildi.
Hasan Rıza Soyak’ın anlatımlarına göre “hastalığının devam
ettiği uzun aylar zarfında fazla masraf olmadığından İş Bankası’ndaki 4
numaralı hesabına yatırılan hususi tasarrufu da 53.463 lira 18 kuruş olmuştu.”
Milli Mücadele’de kullanılmak üzere Hindistan Müslümanları
şahsına 500.000-600.000 lira kadar tutan bir para göndermişlerdi. Atatürk bu
paranın 500.000 lirasını Büyük Taarruzdan önce Maliye’nin karşılayamadığı bazı
hususi masraflar için Batı Cephesi Komutanlığı emrine vermişti. Yunanlıların
kaçarken yakıp yıktıkları savaş alanında aç ve açıkta kalan zavallılara yapılan
yardım da, Atatürk’ün ordu ile beraber İzmir yolunda iken verdiği emirle yine
bu paradan ödenmişti. Zaferden sonra, 500.000 liranın 380 küsur bin lirası
Hükümet kararıyla kendisine iade olunmuştu. Atatürk bu paranın 250.000 lirası
ile Türkiye İş Bankası’nın kuruluşuna destek verdi. Ülkede ziraatın gelişmesi
en büyük hayallerinden biri olan Atatürk bu paranın geri kalan kısmı ile de
yurdun değişik yerlerinde çiftlikler kurmaya çalıştı. O tarihlerde para
kıymetli, arazi ucuzdu. Bu araziler için ödenen para miktarı 100.000 ile
120.000 lira civarında idi. Alınan arazilerin en büyüğü Ankara’daki Orman
Çiftliği (Ankara’da Orman, Yağmurbaba, Balgat, Macun, Güvercinlik, Tahar,
Etimesut ve Çakırlar çiftliklerinden kurulu) olmak üzere; Yalova (Millet ve
Baltacı Çiftlikleri), Silifke (Tekir ve Şövalye Çiftlikleri), Tarsus (Piloğlu)
ve Dörtyol (Portakal Bahçesi ve Karabasamak Çiftliği)’daki çiftliklerdi. Söz
konusu çiftlik ve bahçelerin o tarihteki yüzölçümleri 154.729 dönüm tutuyordu.
Bu çiftliklerde; 582 dönümü meyve bahçesi, 700 dönümü
çeşitli ağaç fidanlığı, 400 dönümü Amerikan asma çubuğu fidanlığı, 220 dönümü
bağ, 220 dönümü zeytinlik, 375 dönümü portakallık, 15 dönümü kuşkonmazlık, 100
dönümü park ve bahçe, 2.650 dönümü çayır ve yoncalık, 1.450 dönümü yeni
yetiştirilmiş orman ve 148.000 dönümü ziraata elverişli tarla ve mera olmak
üzere toplam 154.729 dönüm arazi bulunuyordu. Ağaç fidanlıklarında meyveli ve
meyvesiz 650.000 fidan, Amerikan asma fidanlığında 560.000 kök bağ çubuğu,
bağlarda 88.000 adet bağomcesi, zeytinliklerde 6.600, portakal bahçesinde 1.654
ağaç mevcuttu.
Yine bu çiftliklerde, mefruşat ve demirbaşları ile beraber
45 ikametgâh ve daire binası, 7 ağıl, 6 mandıra, 8 ahır, 7 ambar, 4 samanlık ve
otluk, 6 hangar, 4 lokanta ve gazino, 2 fırın, 2 ser olmak üzere toplam 91 bina
bulunuyordu.
Bu çiftliklerde; yılda 7.000 hektolitre çeşitli bira yapacak
kabiliyette bir bira fabrikası, malt fabrikası, günde 4 ton buz yapan bir buz
fabrikası, günde 3.000 şişe soda ve gazoz yapan bir soda ve gazoz fabrikası,
bir ziraat aletleri ve demir fabrikası, 2 modern pastörize süt fabrikası, 2
geniş yoğurt imalathanesi, yılda 80.000 litre şarap yapacak kabiliyette bir
şarap imalathanesi, 2 taşlı elektrikle işleyen bir un değirmeni, İstanbul’da
bulunan 1 çeltik fabrikasının yüzde kırk hissesi, iki kaşar ve beyaz peynir ile
yağ imaline mahsus imalathane, 2 tavuk çiftliği, 5 satış mağazası, 13.100 koyun,
443 baş sığır, 69 baş binek ve koşum atı, 2.450 tavuk, 16 traktör, 13 harman ve
biçerdöver makinesi, 35 tonluk bir deniz motoru, 5 kamyon ve kamyonet, 2 binek
otomobili, 19 araba ve muhtelif sulama tesisleri ile hususi telefon şebekesi
vardı. Atatürk, tasarrufu altındaki bu büyük arazinin önemli bir kısmını,
içindeki bina ve tesisleri ile birlikte göçmen iskânına tahsis ederek, yine
yakın alâka ve nezareti altında, Ankara civarındaki “Etimesut Örnek Köyü”nün
kurulmasını sağlamıştı.
Atatürk, daha 1927 yılında Büyük Nutku’nu okuduğu
oturumlardan birinde TBMM’nde yaptığı bir açıklama ile Cumhuriyet Halk
Partisi’ne ait olduğunu bildirdiği çiftliklerin temin ettiği kazançları da
çiftliklerin geliştirilmesi için sarf ediyordu. Hatta bunlara yeni sermayeler ve
topraklar (Ankara’daki Güvercin Çiftliği gibi) ilave ediyordu. Eski Mısır
Hidivi Abbas Hilmi Paşa’nın, Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlığına girmesi
münasebetiyle Cumhuriyet Halk Partisi’ne teberru ettiği 900.000 lira
civarındaki para ile İş Bankası’ndaki hisse senetlerinden alınan temettü ve
mevduat faizleri bu ilaveleri karşılamakta idi. Bu gibi gelirlerle o yolda
yapılan harcamalar yine İş Bankası’nda açılmış olan 2 numaralı hesap içinde
işlem görmekteydi. Genel Sekreter H. R. Soyak’ın ifadesine göre, “Atatürk bu
hesaptan şahsı için hiçbir masraf yapmamıştır.”
Bütün bu arazi ve çiftliklerden başka bazı kentlerde de
belediyelerin ya da doğrudan doğruya halkın girişimiyle Atatürk’e oturması için
köşkler ve bağ evleri bağışlanmıştı. Fani hayattan çekildikten sonra (10 Kasım
1938) aşağıda içeriğini vereceğimiz mevcut vasiyetnamesindeki şartlarla
Cumhuriyet Halk Partisi’ne devredilen nukut ve hisse senetleri şu şekilde idi:
Emekli Hesabı 19.566.80
4 numaralı şahsi hesabı 53.453.18
TOPLAM 73.019.98
2 numaralı hesap 1.446.872.03
TOPLAM 1.519.892.01
İŞ BANKASI HİSSE SENEDİ 119.125 -
Müessis Hisse Senedi 569 -
TOPLAM 119.694 -
M. KÖMÜRÜ T. A. Ş. HİSSE SENEDİ
Nama Muharrer 12.750
Hamiline Muharrer 12.250
Müessis S. 125
TOPLAM 25.125
Çiftliklerin ve Gayrimenkullerin Millete Bağışı
1924 senesinde başlayıp, gittikçe hızlanarak 13 sene devam
eden yoğun çalışmalar sonunda bu müesseseler çok olgunlaşmış, her bakımdan
yüksek bir seviyeye ulaşmışlardı. Artık bunları, bütün varlık ve tecrübeleri
ile devlete, dolayısı ile Ziraat Vekâletinin istifadesine terk etmek zamanı
gelmişti. 10 Haziran 1937 günü Trabzon’a gelen Atatürk burada akşam yemeği
sırasında bir sohbette, “bana da bordro imzalatırlar ama ne para veren olur ne
de paranın hesabını… O anda ellerini cebine sokarak cebimde para yok… Benim
zaten paraya da ihtiyacım yok. Masrafım da yok, bir tek insana bu millet bakar…
Bu milletin yüce sevgisini görmek bana yeter. Bana bu millet bakar, bana
milletim bakar…” der. Her sözü ile millete bir mesaj veren Atatürk elbette bu
sözleri boşuna söylemiyordu. Ertesi gün 11 Haziran 1937’de Trabzon’dan
Başbakanlığa gönderdiği bir yazı ile bütün çiftlikleri ve üzerindeki
taşınmazları hazineye bağışladığını bildirdi. Bu bağış ile ilgili resmi
işlemler 11 Mayıs 1938 günü tamamlandı. Aynı gün yanında Salih Bozok ve Yaveri
Celal Üner bulunan Atatürk, Ankara Orman Çiftliği’ndeki Marmara Köşkü’ne geldi.
Burada Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak, İçişleri Bakanı ve
Cumhuriyet Halk Partisi Sekreteri Şükrü Kaya, Tarım Bakanı Faik Kurdoğlu,
Ankara Valisi Nevzat Tandoğan’ı kabul etti. Bir süre sonra Ankara Defterdarı
ile Tapu müdürü geldiler. Atatürk, Hazineye çiftliklerin bağışlanması
hakkındaki kanunun gereklerini yerine getirerek tamamlanan işlemleri imzaladı.
Atatürk, çiftliklerden sonra üzerinde kayıtlı diğer bazı
taşınmazları da devletin ilgili kurumlarına bağışladı: 2 Şubat 1938’de Bursa
Belediye Başkanı Reşat Kiper’e gönderdiği bir mektupla, Bursa Kaplıcalarında
yeni açılan Çelik Palas Oteli’nin ait olduğu şirketteki 34.830 liralık hissesini
ve Çelik Palas Oteli bahçesine bitişik köşkü (bugün müze), Bursa Belediyesi’ne
bağışladığını bildirdi.
11 Mayıs 1938’de Ankara’da Hipodrom ve Stadyum civarındaki
arsalar ile çarşı içindeki bir oteli ve otelin altındaki dükkânları Ankara
Belediyesi’ne; yine aynı gün Ulus Basımevi ve bir arsayı Cumhuriyet Halk
Partisi’ne bağışladı.
Vasiyetnamenin Yazılması
Atatürk, sahibi olduğu bu çiftlikleri ve bazı
gayrimenkulleri devlete ve millete bağışladıktan sonra; özellikle hastalığının
ilerlediği bir dönemde “nukut (nakitler) ve hisse senetleriyle Çankaya’daki
menkul ve gayrimenkul emvali” ile ilgili olarak da bir vasiyetname
hazırlamıştır. Bu vasiyetnamede bütün bu “para, hisse senedi ve mallarını”
belli şartlar altında Cumhuriyet Halk Partisi’ne bağışlamıştır. Vasiyetname
hazırlanması işlemi daha 1933 yılında çıkartılan “Atatürk’ün ölüme bağlı
harcamaları üzerine” düzenlenmiş bir yasaya göre yapılacaktı. Bu yasaya göre
Atatürk bütün mallarında dilediği biçimde, serbestçe “ölüme bağlı” harcamalarda
bulunabilecekti. Yine bu yasa Atatürk için Medeni Kanun’un 452 nci maddesi
içindeki harcamalarla ilgili “saklı paylar” hükmünde bir istisna getiriyordu.
Şu halde Atatürk’ün vasiyetname hazırlama işi esasında ölümünden beş yıl önce yani
1933’te başlamış oluyordu.
Dolmabahçe Sarayı’nın 71 numaralı odasında hasta yatmakta
olan Atatürk, 4 Eylül 1938 Pazar sabahı Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak’ı
çağırdı. Yatakta, başı biraz yüksekte, sırt üstü yatıyordu. Denize, Üsküdar
kıyılarına bakıyordu. Başını çevirdi. Genel Sekretere, yatağın ayakucunda bir
yer gösterdi. Ardından, her günkü sorusunu sordu: “Ne haber?”
Atatürk, sağ elini Soyak’a uzattı, onun yardımıyla yatakta
doğruldu, bağdaş kurup oturdu. Yine denize, karşı kıyılara bakıyordu. Sonra
başını Genel Sekretere çevirdi. Uzun kirpikleri ıslanmıştı. Atatürk, başı önüne
eğik, ağır ağır konuşuyordu:
“-Bu yolda konuşmak, benim için de, senin için de ağır bir
şey ama başka çaremiz yoktur. Konuşmaya mecburuz çocuk! Hani seninle ara sıra
bir işimizden bahsederdik, hatta bunun için de özel bir kanun çıkarılmıştır: Şu
vasiyetname meselesi... Bugün yarın o işi bitirmeliyiz. Nasıl olsa bir gün
karnımdan su alınacaktır, ne olur, ne olmaz. Barsaklardan biri delinebilir,
başka bir arıza olabilir, herhalde ihtiyatlı olalım.”
“-Emrinizi sırf öteden beri düşündüğünüz bir şey bir şey
olmak itibariyle dinliyorum, gerçekte buna şimdi hiç de gerek yoktur. Yapılacak
şey gayet basit bir ameliyedir, buyurduğunuz tehlike katiyen varit değildir,”
diyen Soyak’a:
“-Her ne ise... Şimdi gerekir mi, gerekmez mi, bu tartışmayı
bırakalım da bunu mutlaka yapalım. Mal olarak nemiz varsa derhal bir listesini
yapıp bana getir,” emrini verdi.
Genel Sekreter çıkıp listeyi düzenledikten sonra yanına
girdiği zaman, Atatürk aynı durumdaydı. Listeyi inceleyip vasiyetnamenin
esaslarını Soyak’a not ettirdi. Ardından da “bu işin kimsece duyulmamasına çok
özen gösterilmesini” sıkı sıkıya tembihledi.
Soyak, Hukukçu Kocaeli Milletvekili Selahattin Yargı (1889-1
Ekim 1945) ile bir vasiyetname taslağı düzenledi. Genel Sekreterin kendisi bu
taslağı, büyük harflerle yazı makinesinden geçirdi. Atatürk, 5 Eylül günü, bu
taslağı bazı yerlerini değiştirerek el yazısı ile yazdı ve başucundaki
komodinin çekmecesine yerleştirdi. Vasiyetnameyi bir zarfa koyup kapatmıştı.
Vasiyetnamenin Notere Verilişi
Medeni Kanun, vasiyetin geçerli olmasını belli biçimlere
bağlamıştır. Bunlar, ya resmi bir memur (Sulh yargıcı, noter gibi) aracılığıyla
yapılan “resmi vasiyetname” ya vasiyetçinin başından sonuna dek kendi el
yazısıyla yazmaya ve yine el yazısıyla yer, yıl, ay, gün yazılmak suretiyle
tarihlemeye zorunlu tutulduğu “el yazısıyla vasiyetname”, ya da “sözlü vasiyet”
biçimleridir.
Atatürk, vasiyetnamesinin gizli kalmasını dilediğinden bu üç
tür vasiyetten el yazısıyla vasiyetname biçimini tercih etmişti. 5 Eylül 1938
Pazartesi sabahı da, yasanın buyurduğu biçimde, el yazısıyla vasiyetini
yazmıştı. Atatürk, vasiyetnamesini yazdıktan bir gün sonra notere vermeyi uygun
görmüştü.
Atatürk, vasiyetnamesini vereceği noteri kararlaştırmadan
önce bazı özel inceleme yaptırdı. Beyoğlu Taptaş Han’daki İstanbul Altıncı
Noter İsmail Kunter’i seçti. İsmail Kunter,
daha önce, İstanbul Asliye 2 nci Hukuk mahkemesi Başbakanlığı, sonra da
Yargıtay üyeliği yapmıştı. Vasiyetnamenin notere verilişi de gizli olacaktı.
Doktor Neşet Ömer İrdelp, evdekilerden durumu gizleme için, Noteri Atatürk’ü
muayene için getirdiği eski bir doktor arkadaşı diye tanıtacaktı.
Atatürk, yataktan çıkmıştı, yıkanmış, tıraş olmuştu. İpek
bir pijama giymişti. Pijamanın üstünde kırmızı bir ropdöşambr vardı. Boynuna
vişneçürüğü bir eşarp bağlamıştı. Denize bakan pencerelerin önüne koydurduğu
şezlonga oturmuştu.
“Buyursunlar” diyerek tam karşısına koydurduğu sandalyelerde
Notere, Doktora, Genel Sekretere yer gösterdi. Üçü de oturdu. Bir süre Noter
İsmail Kunterle İstanbul’daki noter sayısı üzerinde, o yıl çıkan Noter Kanunu
üzerinde konuştu. Getirilen kahvelerin içilmesini bekledi. Notere kendisi
hakkında yeter kanısı olduğunu sözlerine ekledi. Atatürk, Önündeki masanın
üstüne koyduğu kapalı zarfı alıp, notere: “Bu benim vasiyetnamemdir. İcap
ettiği zaman lütfen kanuni muamelesini yaparsınız,” deyip verdi.
Noter İsmail Kunter, Genel Sekreter Hasan Rıza Soyak, Prof.
Dr. Neşet Ömer İrdelp, Atatürk’ün de imzaladığı şu tutanağı düzenledi:
“BEYOĞLU ALTINCI NOTERİ
Y. NO: 7061 C. NO: 1
ZABIT VARAKASI
Bin dokuz yüz otuz sekiz yılı Eylül ayının altıncı Salı günü
(6 Eylül 1938) ben aşağıda imza ve mührünü koyan ve basan ve Türkiye
Cumhuriyeti Kanunlarının verdiği salahiyetleri haiz olarak Galata’da Tünel
yanında Billur Sokağında Toptaş Han’ın altındaki dairemde iş gören Beyoğlu
Altıncı Noteri İsmail KUNTER, vazife başında iş görmekte iken vaki olan davet
üzerine Dolmabahçe Sarayı’na gittim.
İstanbul Mebusu Dr. Profesör Neşet Ömer İrdelp ve Riyaseti
Cumhur Umum Katibi Hasan Rıza Soyak’ın delaletleriyle Türkiye Cumhur Reisi
Atatürk’ün huzurlarına çıkarıldım. Davet sebebini kendilerinden istizan ve
istifam eylediğim de: (kendi elimle yazıp zarf içine koyduğum vasiyetnameyi
size tevdi ediyorum. Bu vasiyetnamemin muhafazasını ve Kanun hükümlerinin
yerine getirilmesini isterim) buyurdular.
Bana kapalı olarak verilen bu zarfı alırken mumaileyhim ve
Neşet Ömer İrdelp ve Hasan Rıza Soyak hazır bulunuyorlardı. Zarfı muhafaza için
aldım ve bu Zabıt Varakasını tanzim ederek vasiyetnameyi tevdi eden Ulu
Önderimiz Atatürk ve hazır bulunanlara imza ettirdim ve ben de altını
mühürleyerek imza ettim.
6 Eylül 1938 günü saat: 13.30
Neşet Ömer İrdelp, H. R. Soyak İ. Kunter, K. Atatürk”
Vasiyetnamenin Açılması
Atatürk’ün vasiyetnamesi, Ankara Üçüncü Sulh Hukuk Hâkimliğinde,
vefatından 18 gün sonra, 28 Kasım 1938 Pazartesi günü açıldı. Saat 15 e
geliyordu. Mahkemeye ilkin Adalet Bakanı Hilmi Uran ile İçişleri Bakanı ve
Cumhuriyet Halk Partisi Genel Sekreteri Doktor Refik Saydam geldi. Atatürk’ün
kız kardeşi Makbule Boysan, biraz sonra, Dışişleri Bakanı Şükrü Saraçoğlu’nun
kolunda mahkeme salonuna girdi. Vasiyetnamenin açılışında, Ankara Cumhuriyet
Savcı Yardımcısı, bazı milletvekilleri, kimi yargıç ve avukatlar da vardı.
Ankara Üçüncü Sulh Hukuk Hâkimi Osman Selçuk resmi görevine
başlamadan önce, cübbesiz olarak, Atatürk’ün ölümüyle bıraktığı acıyı, bu
üzüntülü oturumdan dolayı belitti. Sözlerini şöyle tamamladı: “Büyük
milletimize ve size can ve gönülden, içten gelen taziyetlerimi saygı ile
sunarım.”
Ankara Üçüncü Sulh Hukuk Hâkimi Osman Selçuk cübbesini
giydi. Oturumu açtı. Hâkim, Atatürk’ün kız kardeşi Makbule Boysan’a sordu:
“-İsminiz?
-Makbule.
-Babanızın adı?
-Ali Rıza.
-Nerede oturuyorsunuz/
-Çankaya’da, kendi köşkümde.”
Hâkim, sorgusunu bitirince, üstü çeşitli mühürleri ve
Atatürk’ün imzasını taşıyan bir zarfı, durumunu tutanağa geçirip açtı. Zarfın
içinden ikinci bir zarfla bir kâğıt çıktı. Bu kâğıt, vasiyetname ile ilgili
yukarıda metni verilen Beyoğlu Altıncı Noteri’nin tuttuğu “Zabıt Varakası” idi.
Tutanağın altında Atatürk’ün, Toptaş Han’daki Altıncı Noter İsmail Kunter’in,
Hasan Rıza Soyak’ın ve Prof. Dr. Neşet Ömer İrdelp’in imzaları vardı. Hâkim
Osman Selçuk, açıkça okunan bu tutanağı mahkeme dosyasına geçirtti.
Hâkim Osman Selçuk, ikinci zarfın durumunu, üzerindeki
mühürlerle imzaların aynen saklanmış olduğunu belirtti. Sonra zarfı açtı.
Zarfın içinden Atatürk’ün vasiyetnamesi çıktı. Atatürk’ün vasiyetnamesi, el
yazısıyla bir yaprağın bir yüzüne yazılmıştı. Hâkim Atatürk’ün vasiyetnamesini
açıkça okuttu, tutanağa geçirtti.[2] Atatürk’ün vasiyetnamesi okunurken, herkes
gibi ayakta duran bacısı Makbule Boysan ağlıyordu. Oturum 16 Ocak 1939 gününe
bırakıldı.
Medeni Kanuna göre, vasiyetnameyi Sulh Hâkimi açar. Vasiyetnamenin
açılması demek, varislere mahkemede okunması demektir. Sulh Hâkiminin
vasiyetnameyi, kendisine teslim edildiği tarihten itibaren bir ay içinde,
bilinen mirasçıları çağırarak huzurlarında açması gerekir. Elinde murise ait
ölüme bağlı bir harcama bulunan kimse, ölümü haber alır almaz, onu hâkime
vermek zorundadır. Lehine mal vasiyet edilmiş kimselere, vasiyetnameden
kendilerine ait bölümün bir örneği tebliğ olunur.
Yine Medeni Kanun hükümleri uyarınca, kanuni mirasçılar
vasiyetin kendilerine tebliğinden itibaren bir ay içinde, vasiyetname ile tayin
edilmiş olan mensup mirasçıların haklarına itiraz edebilirler.
Atatürk’ün tek kanuni mirasçısı Makbule Hanım’dı. Bu
bakımdan kendisine, mensup mirasçıların haklarına bir ay içinde itiraz edebileceği
üzerine, mahkemece tebligat yapıldı.
Konuyla ilgili olarak Cumhuriyet gazetesi, 3 Aralık 1938
günü sayısında aşağıdaki haberi veriyordu:
“Ankara 2 Aralık (Telefonla) –Atatürk’ün vasiyetnamesinin
açıldığı, Ankara Üçüncü Sulh Mahkemesi, vasiyetnamede ismi geçenlerin red veya
kabul hususundaki kanuni haklarını istimal etmesi için celseyi usulen talik
etmişti.
Kanuni varis olarak mahkeme davet edilmiş olan Bayan Makbule
teessür içinde olduğundan, mahkemenin sualine karşı şimdilik söz söyleyecek vaziyette
olmadığını bildirmiştir.
Tarihi vesika ismi geçen kimselere ve müesseselere mahkemece
bugünlerde tebligat yapılacaktır. Mahkemeye şimdiye kadar bu yolda hiçbir
müracaat olmuş değildir.
Ankara Üçüncü Sulp Hukuk Mahkemesi, 16 Kanunisanide (Ocakta)
tekrar bir celse akdedecek, bundan sonra vasiyetnamenin derhal tatbikine
geçilecektir.”’
16 Ocak 1939 da, Makbule Hanım, Ankara Üçüncü Sulh Hukuk
Mahkemesine, bir dilekçe ile başvurarak tebligatı kabul ettiğini, vasiyetnameye
hiçbir itirazı olmadığını bildirdi. Aynı günlerde, Mahkemece, Atatürk’ün
bıraktığı eşyanın, Çankaya Köşkünde yazılmasına başlandı.
Vasiyetnamenin Metni
Atatürk’ün vasiyetnamesi mahkemede açıldıktan sonra değişik
tarihlerde değişik yerlerde yayınlanmıştır. Bu yayınların bazılarında
vasiyetname metni farklılıklar göstermektedir. Hatta vasiyetin açılışının
ertesi günü basında çıkan metinlerde bile farklılıklar bulunmaktadır. Aşağıda
metin Atatürk’ün bizzat el yazısı ile yazdığı orijinal metnin fotokopisinden
alınmıştır:
“Dolmabahçe 05-IX-1938 Pazartesi
Malik olduğum bütün nukut ve hisse senetleri ile Çankaya’daki
menkul ve gayrimenkul emvalimi C. H. Partisine atideki şartlarla, terk ve
vasiyet ediyorum:
1) Nukut ve hisse senetleri, şimdiki gibi, İş Bankası tarafından
nemalandırılacaktır.
2) Her seneki nemadan, bana nispetleri şerefi mahfuz
kaldıkça, yaşadıkları müddetçe, Makbule’ye ayda bin, Afet’e sekizyüz, Sabiha
Gökçen’e altıyüz, Ülkü’ye ikiyüz lira ve Rukiye ile Nebile’ye şimdiki yüzer
lira verilecektir.
3) S. Gökçen’e bir ev de alınabilecek ayrıca para
verilecektir.
4) Makbule’nin yaşadığı müddetçe Çankaya’da oturduğu ev de
emrinde kalacaktır.
5) İsmet İnönü’nün çocuklarına yüksek tahsillerini ikmal
için muhtaç olacakları yardım yapılacaktır.
6) Her sene nemadan mütebaki miktar yarı yarıya, Türk Tarih
ve Dil Kurumlarına tahsis edilecektir.
K. Atatürk”
Atatürk’ün bu vasiyetname metni incelendiğinde şunları
söylemek mümkündür: Yukarıda vurgulandığı üzere; önceden taşınır taşınmaz mal
varlığını milletine bağışladığı için vasiyetnamesinde yalnızca Çankaya’daki
küçük köşkte hayatta olduğu sürece kız kardeşi Makbule’nin oturmasını
istemiştir. İş Bankası’ndaki payının yıllık gelirinin, kardeşine ve manevi
çocuklarına yapılacak aylık ödemeler dışında Türk Dil ve Tarih Kurumları arasında
paylaşılmasını öngörmüştür.
Bu arada İsmet İnönü’nün çocuklarına yükseköğrenimlerini
tamamlamaları için yetecek paranın verilmesine ilişkin vasiyeti ise yıllardan
beri İnönü ailesine yapmakta olduğu aylık para yardımlarının bir başka biçimde
sürmesini istemesinden kaynaklanmıştı.
Vasiyetin içeriği genel olarak değerlendirildiğinde;
Atatürk’ün Türkiye’de demokrasinin yerleşmesi ile Türk dili ve Türk tarihi
çalışmalarının geliştirilmesine çok büyük önem verdiğini söylemek gerekir.[3]
Atatürk’ün Terekesi İle İlgili Sonraki Gelişmeler
Cumhurbaşkanlığı tarafından “Atatürk’ün Tereke Listesi’nde
yer alan değerlerin nerede ve ne durumda olduğunun tespiti için geniş kapsamlı
ve önemli bir çalışma yapılmıştır.
Cumhurbaşkanlığı’nca “Atatürk Arşivi Projesi” kapsamında 31
Temmuz 2000 günü ilgili kamu ve özel kurum, kuruluş ve kişilere bir yazı
yazılarak; ellerinde bulunan Atatürk, Atatürk dönemi ve Ulusal Kurtuluş Savaşı
ile ilgili bilgi, belge, fotoğraf ve benzeri veriler istenmiştir. Yine bu
kapsamda, Atatürk’e ilişkin yapı ve diğer yerlerdeki taşınır taşınmaz
değerlerin sayım sonuçlarını içeren tutanaklardan oluşan “Tereke Listesi”,
Ankara 3. Sulh Hukuk Hakimliği ile 13. 09. 2001 günü karşılıklı imzalanan bir
tutanakla Cumhurbaşkanlığı’na getirilmiştir.
1938/95 sayılı Tereke Dosyası, dokuz ayrı zarftan oluşmakta
ve dosya içinde yer alan listeler toplam 1937 sayfadır. Bu listelerin birer
örneği alınarak Cumhurbaşkanlığı Arşivi’ne konulmuştur. Aşağıda “Tereke”
hakkında vereceğimiz bilgiler bu çalışmanın sonuçlarını içeren “Atatürk
Terekesi” isimli kitaptan[4] alınmıştır.
Yukarıda gördüğümüz gibi; Atatürk, 5 Eylül 1938 günü
Dolmabahçe Sarayı’nda hazırladığı vasiyetnamesinin başlangıcında, “Malik
olduğum bütün nukut ve hisse senetlerini, Çankaya’daki menkul ve gayrimenkul
varlıklarımı Cumhuriyet Halk Partisi (CHP)’ne atideki şartlarla terk ve vasiyet
ediyorum” demiştir.
Buna dayanılarak, Atatürk’ün ölümünden sonra Tereke
Hakimliği’nce yapılan sayımlar sonucu belirlenen eşya, Atatürk’ün vasiyeti
gereği CHP’ye zimmetlenmiştir. Bu kapsamdaki eşya, 03. 12. 1938 günü tutanakla,
CHP mümessili ve Erzurum Milletvekili Nafi Atuf KANSU’ya teslim edilmiştir.
Ancak, CHP eşyayı hiçbir zaman doğrudan kendi üzerine almayıp, bir anlamda bu
eşyayı yönetme (tenfiz) hakkını “Yed-i Emin” sayılabilecek bir sıfatla
kullanmıştır. Eşya, Cumhurbaşkanlığı Köşkü’nde korunarak buradan dağıtılmıştır.
CHP, 6195 sayılı Yasa uyarınca 1953 yılında söz konusu
eşyayı beş gruba ayırarak[5] bir bölümünü Cumhurbaşkanlığı’na bağışlamış,[6]
bir bölümünü ise daha sonra almak üzere Cumhurbaşkanlığı kullanımına
bırakmıştır.
Bu eşyanın 62 değişik sırada kayıtlı toplam 294 parçası
kullanılamaz durumda ya da tüketim malzemesi olması nedeniyle, geçmiş yıllarda
imha edilerek terkin edilmiş;[7] 31 değişik sırada kayıtlı toplam 202
parçasının 1953’teki sayımlar sırasında terkin edilmesi gerektiğine karar
verilmiştir.[8]
Aynı dönemde, 145 değişik sırada kayıtlı toplam 234 parça
eşya Maliye Bakanlığı’na teslim edilmiş;[9] 16 değişik sırada kayıtlı toplam 44
parça eşyanın ise sonraki yıllarda CHP tarafından Cumhurbaşkanlığı’ndan götürüldüğü[10]
belirlenmiştir.
Ancak belgelerde “Maliye’ye iade olunacak eşya listesidir”
denilmesine rağmen, 16 parça eşyanın Cumhurbaşkanlığı’nda tutulduğu, terkin
edildiği ya da Anıtkabir Müzesi tarafından diğer müzelere gönderildiği, tereke
kayıtlarının incelenmesi ve günümüzdeki fiili durumun ortaya konulması sonucu
anlaşılmıştır.
“Köşkte kalan eşyadan sonradan CHP’nin götürdüğü eşya”
başlığını taşıyan listenin incelenmesinde, buradaki eşyadan yalnızca birkaçının
CHP’nin tasarrufuna bağlı olarak Anıtkabir Müzesi aracılığıyla, Akşehir
Müzesi’ne, A. Afet İnan ve Atatürk Orman Çiftliği’ne teslim edildiği, kalanının
ise Cumhurbaşkanlığı’nca değerlendirildiği belirlenmiştir.
CHP, Atatürk’ün şahsına ait olan eşya ile Atatürk’e hediye
edilen ve o güne kadar Cumhurbaşkanlığı’nın değişik birimlerinde bulunan
değerli ve tarihi niteliği olan eşyayı ayırarak, 232 sırada kayıtlı toplam 408
parça eşyayı Ziraat Bankası kasalarına,[11] 878 sırada kayıtlı 1177 parça
eşyayı da Türk Ocağı kasalarına yerleştirmiştir.[12]
Ziraat Bankası kasalarına konulan eşyanın tümü, 14. 12. 1953
günlü, 6195 sayılı yasa ile Maliye Bakanlığı’na (Hazine) teslim edilmiş;
ardından, bu listenin 1-224 sırasındakiler ise Anıtkabir’e, 225-232.
sıralarında yer alanlar ise Genelkurmay Başkanlığı Harp Tarihi Başkanlığı
(şimdi Askeri Tarih ve Stratejik Etüt (ATASE) Başkanlığı)’na verilmiştir.
Gerek Ziraat Bankası kasalarına konulan, gerek Türk Ocağı
kasalarında eşyadan Genelkurmay Başkanlığı Harp Tarihi Başkanlığı’na verilenler
dışında kalanlar, Anıtkabir Müzesi’nin açılmasıyla buraya devredilmiştir. Bu
eşyadan bazıları Anıtkabir Müzesi’nden diğer müzelere dağıtılmıştır.[13] Ziraat
Bankası ve Türk Ocağı kasalarında korunan eşyadan bugünkü durumu belirlenemeyen
yoktur.
Tereke sayımları sırasında, Atatürk’ün özel kasa, dolap ya
da çantalarında bulunan belge, albüm ve fotoğrafların yer aldığı 7 sandık ve 1
çuvaldan oluşan bir kısım eşya, önce Türk Ocağı’ndan TBMM Müzesi’ne
gönderilmiş; oradan ayrıldıktan sonra, Anıtkabir, Milli Eğitim Bakanlığı
Kütüphanesi, MEB Talim ve Terbiye Dairesi, Türk Dil ve Tarih Kurumu, Türk
İnkılâbı Enstitüsü’ne, bazı kişisel eşya da A. Afet İnan’a teslim
edilmiştir.[14]
Bu arada, A. Afet İnan, Sabiha Gökçen ve Atatürk’ün bir
diğer manevi evladı Rukiye Erkin, Atatürk’ün ölümünden sonra kendilerine teslim
edilen kişisel eşyadan tarihi değeri olan pek çoğunu sonraki yıllarda Anıtkabir
Müzesi’ne bağışlamışlardır.[15]
Kayıp Olduğu İddia Edilen 104 Dosya ve Bazı Değerli
Eşyaların Durumu
“Atatürk’ün açıklanmayan bir gizli vasiyeti olduğunu” iddia
edenlerin sık sık kamuoyu gündemine taşıdıkları en önemli dayanak, 7/11 Şubat
1969 günlü baskısında yayınladığı bir haberdir. Aşağıda ayrıntıları ile
değerlendirilecek olan konuyla ilgili iddiaları ortaya atanlar, Tereke ile
ilgili gelişmeleri bilmeden ve mevcut çalışmalardan habersiz olarak yazıp
çizmektedirler. “Atatürk’e Ait 104 Dosya” olarak adlandırılan belgeler kayıp
değildir ve belgelerin nerede olduğu bilinmektedir.
Cumhurbaşkanlığı tarafından 2000 yılında başlatılan Atatürk
Terekesi ile ilgili çalışmalar kapsamında bu dosyalar da araştırılmış, bu
çalışmalarda, Tereke yazım gününden 68 ve söz konusu gazetenin yayımından 37
yıl sonra listeleriyle birlikte belgelerin Genelkurmay Başkanlığı’na bağlı
ATASE Başkanlığı’nda eksiksiz olarak korunduğu belirlenmiştir. Aynı çalışmada
gerek Tereke listelerinde yer alan kayıtlar, gerek söz konusu gazetede
yazılanlar, gerekse ATASE Başkanlığı kayıtları ayrı ayrı karşılaştırılarak
belgelerin doğruluğu ve eksiksiz olduğu tespit edilmiştir.[16] Gelişmelerden
anlaşılmaktadır ki; 104 Dosya içinde yaklaşık 22.000 belge bulunmaktadır ve
bunlar Bakanlar Kurulu Kararı ile 1964 yılında (Cumhuriyet Gazetesi’ndeki
haberden 5 yıl önce) Genelkurmay ATASE Başkanlığı Arşivi’ne teslim edilmiştir.
Bunlar arasında “gizli bir vasiyet” yoktur. 2000’den itibaren de tasnifi
yapılıp araştırmacıların istifadesine sunulmuştur.
2005 yılında dönemin ANAP Milletvekili Emin ŞİRİN’in Milli
Savunma ve Adalet Bakanlıklarına “Atatürk’ün gizli vasiyeti olduğu yolundaki
iddiaları” sorması üzerine; Genelkurmay Başkanlığı adına Askeri Tarih ve
Stratejik Etüt (ATASE) Başkanlığı Arşiv Şube Müdürü Dr. Öğretmen Albay Ahmet
TETİK Kasım 2005’de şu yazılı cevabı vermiştir:
“Ziraat Bankası Merkez Müdürlüğü’nde bulunan Atatürk’e ait
21.820 adet belge Bakanlar Kurulu’nun 2 Ocak 1964 gün ve 6728 sayılı kararname
hükümlerine dayanılarak 22 Ocak 1964 tarihinde Genelkurmay Başkanlığı Harp
Tarihi Dairesi’ne teslim edilmiştir. İnce tasnifi yapılan bu belgelerin içinde
eski Türkçe yazılı Atatürk’ün imzasını taşıyan ve vasiyeti niteliği
taşıyabilecek belge mevcut değildir. Genelkurmay ATASE ve Dent. Bşk. lığına
intikal eden bu belgelerin ayrıntılı tasnifi yapılmış ve kataloğu
hazırlanmıştır. 2000 yılından beri de araştırmacılar tarafından söz konusu
belgeler bilimsel araştırmalarda kullanılmaktadır.”[17]
Yine zaman zaman kamuoyuna yansıyıp Cumhuriyet Gazetesi’nin
1969’daki haberinde değinilen bazı değerli eşyanın, Türk Ocağı tarafından değer
biçilmek üzere uzman kuyumculara gösterilen eşya olduğu ve bunların tümünün
Anıtkabir Müzesi’ne teslim edildiği, büyük bölümünün de halen orada bulunduğu
da tespit edilmiştir. Anıtkabir kayıtlarının incelenmesinden, bu eşyalardan
halen Anıtkabir’de bulunmayanların da diğer müzelere dağıtıldığı
belirlenmiştir.
Gizli Siyasi Vasiyet İddiaları
Atatürk’ün vasiyeti konusundaki gerçekler ve gelişmeler bu
şekilde olduğu halde; zaman içinde konuyla ilgili tartışmalar sürüp gitmiştir.
Mevcut gerçekler ve belgeler dikkate alınmadan, bazı bilinenler de çarpıtılarak
adeta bir “şehir efsanesi” şeklinde, “Atatürk’ün bilinen vasiyetinden başka bir
de siyasi konularla ilgili gizli bir vasiyeti olduğu” iddia edilmiştir. Bu
konuda son yıllarda özellikle Meriç Tumluer isimli şahsın ciddi bir gayret
içinde olduğu görülmektedir. Konuyla ilgili bir internet sitesini de hizmete
sokan[19] Sayın Meriç Tumluer çeşitli makamlarla yazışıp, böyle bir gizli
vasiyetin olmadığı cevabını almasına rağmen işi önce (2005’te) Ankara 12. Sulh
Hukuk Mahkemesi’ne götürmüştür. Burada açılan dava konusunda Mahkeme,
“davacıların iddia ettiği gibi bir vasiyetnamenin varlığı sübuta ermediği”
gerekçesiyle “davacıların talep ve davasının reddine” karar vermiştir.
Meriç Tumluer, Türkiye’deki iç hukuk yolları tükenince bu
defa (19 Nisan 2007’de) 40 sayfadan oluşan bir dilekçe ile AİHM’ne başvurmuş;
AİHM’den 31 Mayıs 2007’de 17820/07 dosya numaralı başvuruyla ilgili olarak;
“başvurunuz alınmıştır. Mahkemenin kararı hakkında ileride size cevap
verilecektir” şeklinde cevap almıştır.[20]
Meriç Tumluer ne diyor, ne iddia ediyor şimdi ona bakalım:
“Atatürk, 6 Eylül 1938’de Dolmabahçe Sarayı’nda,
Cumhurbaşkanı Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak, Ordinaryüs Prof. Neşet Ömer
İrdelp’in de olduğu sırada, İstanbul Beyoğlu 6’ncı Noteri İsmail Kunter’i makam
odasına davet ederek, el yazısı ile yazmış olduğu vasiyetlerinin olduğu zarfı
kapalı bir şekilde 3 yerinden kırmızı bal mumu dökülüp, mühürletti ve notere
‘Bu kapalı zarfta vasiyetlerim var. İcap ettiği vakit gerekeni yaparsınız’
diyerek teslim etti. Mühürlü büyük zarf Ankara 3. Sulh Hukuk Mahkemesi
tarafından, 28 Kasım 1938’de bir heyet huzurunda açıldı.” İddialara göre ise
Atatürk’ün vasiyetnamesi eksik açıklanmıştı. Çünkü Ata’nın mühürlettiği zarf
içinde bir zarf daha çıkmış, bu zarf da Ankara 3. Sulh Hukuk Hakimi Osman
Selçuk ve görevli bir heyet tarafından 5 Ocak 1939 ‘da Ziraat Bankası Genel
Müdürlüğü Merkez Şubedeki özel bir kasaya konmuştu. Tumluer, “Bu zarf mahkeme
kayıt altına alınmıştı. Kasaların gününden önce açılmasını engellemek maksadı
ile 50 yıllık süreç için kasaların kapısı özellikle bir kaynakla tutturulmuştu.
Vasiyetin açıklanma zamanı geldiğinde dönemin yetkilisi 7. Cumhurbaşkanı Kenan
Evren bu konuda kamuoyuna hiçbir bilgi vermedi.”[21]
Meriç Tumluer, 14 Eylül 2012 günü katıldığı Beyaz Tv’de
yayınlanan “Dinamit” programında bu iddialarını daha da ileri götürerek
“Atatürk’ün açıklanmayan gizli vasiyetinin kendi elinde olduğunu, bu vasiyette
‘Kürt meselesi’nden ‘Hilafet meselesi’ne, ‘Ortadoğu’daki gelişmeler’den
‘ekonomik sorunlar’a pek çok konuda bilgi bulunduğunu” söylemiştir.
“Atatürk’ün gizli vasiyeti” konusundaki iddia sahiplerinden
birisi de Emekli Savcı Sayın Sacit Kayasu. M. Tumluer ile birlikte aynı
televizyon programına konuk olan Kayasu, “vasiyetin açıklanmasını Evren’in
engellediğini ve yok ettiğini” söylüyor. Yeni Şafak Gazetesi’nde çıkan
“Atatürk’ün Vasiyetini Yok Eden Evren mi?” başlık haber şu şekilde: “Kayasu,
Kenan Evren'in Atatürk'ün millete yaptığı vasiyeti açıklaması gerektiğini
söyledi. Kayasu, Atatürk'ün ölümünün 50. yılında açıklanmak üzere millete bir
vasiyet bıraktığını, 1988 yılında vasiyetin açıklanması gerektiğini ancak bunun
Evren tarafından engellendiğini kaydetti. Kayasu, 'Bu vasiyeti Evren sakladı,
yok etti. Ölümünden 50 sene sonra açıklanacak olan vasiyet, Ankara 3. Sulh
Hukuk Mahkemesi'nde saklanıyordu. Evren önce böyle bir şey yok dedi. Sonra fasa
fiso dedi. Daha sonra da açıklanırsa çok tehlikelidir dedi. 24 yıl geçti
üzerinden hâlâ açıklanmadı. Atatürk'e hiç mi değer vermiyorsunuz 'diyerek talepte
bulundu.”[22]
“Gizli vasiyet” konusundaki iddialar zaman zaman öyle
ölçüsüz bir noktaya taşınmıştır ki, bu gizli vasiyeti okuyan devlet adamların
“öldürüldüğü” bile iddia edilebilmiştir! Beyaz Tv’deki söz konusu programı
izledikten sonra bir yazı yazan Milat Gazetesi yazarı Sayın Ahmet Zeki Gayberi
bu durumu şu şekilde anlatıyor: “vasiyeti okuyan merhum Turgut Özal’ın da hala
tartışılan ölümünü buna bağlayanlar var. Okuyup da hayatta kalanların ise
Kemalizm’i ve derin devlet refleksini içselleştirdikleri için ölümden
yırttıkları iddia ediliyor. O programda şu iddia bile dile getirildi: “O
vasiyeti kasadan çıkararak okuyan Başbakan Adnan Menderes ile bakanları Fatin
Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan, sırf bu nedenle asılmışlardır!”[23]
Sonuç: Gerçeklerin Özeti
1. Atatürk’ün 5 Eylül 1938’de el yazısı ile yazarak 6 Eylül
1938’de Beyoğlu 6. Noteri İsmail Kunter’e teslim ettiği 6 maddelik bilinen
vasiyetnamesinden başka bir vasiyetnamesi yoktur.
2. M. Tumluer, Noter teslim edilen “zarflardan” bahsediyor? Hâlbuki
Noter İsmail Kunter’in Atatürk’ün de imzaladığı “Zabıt Varakası”nda açıkça
görülmektedir ki; Atatürk notere içinde el yazısı ile yazdığı bilinen
vasiyetini koyarak kapattığı 1 adet zarf vermiştir. Noter, bir “Zabıt Varakası”
hazırlamış, Atatürk’ten aldığı kapalı zarfı ve bu “Zabıt Varakasını“ birlikte başka bir zarfa koyarak mühürlemiş ve
koruma altına almıştır.
3. 28 Kasım 1938’de Ankara Üçüncü Sulh Hukuk Hâkimi Osman
Selçuk tarafından açılan ilk zarf noterin zarfıdır. İçinden “Zabıt Varakası” ve
Atatürk’ün bilinen vasiyetinin bulunduğu zarf çıkmıştır. O zarf da açılarak
vasiyet okunmuştur.
4. Atatürk’ün Terekesinde yer alan bütün belge, kitap, dosya
ve değerli-değersiz eşya sayım listelerine göre bellidir. Bu eşyalardan
kaybolan veya saklanan yoktur. Ziraat Bankası kasalarında saklanan belgelerin
neler olduğuna yukarıda değerlendirilmişti. Bunlar arasında da “gizli vasiyet” sayılabilecek
bir belge yoktur.
5. Kenan Evren’in ATV’de Murat Birsel’in konuğu olduğu bir
programda bahsettiği ve “sırdır” dediği de yine kendi ifadesine göre
“Atatürk’ün kenarına çıkmalar yaptığı el yazması dini bir kitaptır.”[24] Bugün
Atatürk’e ait 2.068’i Çankaya Cumhurbaşkanlığı’nda, 2.151’i Anıtkabir’de olmak
üzere toplam 4.219 kayıtlı kitap bulunmaktadır. Bunların bir kısmı elyazması ve
değerli sayılabilecek kitaplardır. Atatürk bu kitapların çoğunu okumuş,
kenarlarına not düşmüştür. Anıtkabir’de bulunan kitaplardan okuduğu ve not
düştüğü kitapların ilgili sayfaları yayınlanmıştır. Ayrıca yukarıda
bahsettiğimiz Cumhurbaşkanlığı’nın yürüttüğü Tereke çalışmaları sırasında
Atatürk Kitapları da çalışma kapsamında Tereke listeleri ile karşılaştırılarak
sayılmış ve bu konudaki son durum bir kitap olarak yayınlanmıştır.[25] Yani
Kenan Evren’in bahsettiği kitap ve notlar “sır” değildir, bir gizli vasiyet de
sayılamaz.
6. Mustafa Kemal Atatürk, bir devlet adamı olarak ne
söyleyecekse söylemiş ve yaptıklarıyla tarihe intikal etmiştir. Eğer Atatürk’ün
bir siyasi-fikri mirası aranıyorsa O bunu sağlığında “benim mirasım akıl ve bilimdir”
diyerek ifade etmiştir. Ayrıca şu üç önemli belge Atatürk’ün siyasi-fikri
mirası, vasiyeti olarak kabul edilebilir: Gençliğe Hitabe, Onuncu Yıl Nutku ve
Türk Ordularına Son Mesajı. Kanaatimizce bin bir emekle kurduğu ve “en büyük
eserim” diye takdim ettiği Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni temel esasları
doğrultusunda sahiplenmek ve ebediyen yaşatmak da O’nun mirasçısı olmak için
yeterlidir.