Firavun Tutankhamon, Hazinesi ve Laneti
Hazinesi yağma edilmeden, tabut kaçırılmadan açılan tek piramit, Tutankhamon'un piramididir. Bu piramitte bulunan eserler, hem tarihî belge olarak hem de maddî değer olarak eşsizdir. Tutankhamon (Tut-Ank-Ammon), M.Ö. 14. yüzyılda, yani günümüzden 3350 yıl kadar önce ölmüştü. Bütün dünyaya tek tanrılı bir din yaymak istiyordu. Bu firavuna ait mezarın nasıl bulunduğundan bahsedelim;
Yıl 1923. İngiliz arkeolog Howard Carter, 6 yıldır süren araştırmalarına devam etmektedir ve artık sonuçtan ümit kesmek üzeredir. Nereyi kazsa, hangi kapıyı açsa heykel buluyor, resim buluyor, ama hazine odasını da bomboş buluyordu. Fakat Carter, son kazısında 6 yıllık değil; ömür boyu çalışmaya değer bir hazine buldu.
Arkeolog Carter, Tutankhamon'un mezarını bulmuştu. Açılmamış tabutu, dopdolu hazinesiyle. Mücevherler, altın tahtlar, taçlar, savaş arabaları ve daha nice değerli eşya ile. O kadar çoktu ki, taşınması haftalar sürecekti. Dev anıt, binlerce yıldan beri firavunun ebedî dinlenme odasını koruyabilmişti.
Carter ve yardımcıları, iğne ile kuyu kazar gibi bir yavaşlıkla kaza kaza yeraltı odasına kadar ilerlemişlerdi. Carter, bilim adamlarını ve arkadaşlarını da çağırmış, sonucu heyecanla bekliyordu. İşçiler, ölüm korkusuna kapılmış, titriyor ve konuşamıyorlardı. Çünkü onlar, mumyaları rahatsız edenlerin ölüme mahkum edildiklerini biliyor, buna içtenlikle inanıyorlardı.
Carter, öne geçti ve açılan geçitten ilerleyerek karanlık odaya vardı. Feneri kapıdan içeri tuttu. Az daha heyecandan düşüp bayılacaktı. Önünde altın bir duvar vardı ve yığın yığın mücevherler! Akla durgunluk verecek bir manzaraydı bu. 5 metre boy, 3 metre genişlik ve 2.25 metre yükseklikte olan bu odanın duvarları ve iç içe geçmiş 8 tabut, saf altındandı. İngiliz bilgin, bağırmaktan kendini alamadı:
«Hârikâ bir şey! Hazine!»
Bir Demet Çiçek
«Peygamber çiçeğinin aydınlığında ara
Sana doğru uzanan çaresiz ellerimi.
Sırrımı söylüyorum vefakar balıklara:
Yalnız onlar tutacak bu dünyada yerimi.
Koyverip telli pullu saçlarını rüzgara,
Bir çocuğun ardına düşen heykellerimi
Peygamber çiçeğinin aydınlığında ara... » Sezai Karakoç
Bulunan her şey, 19 yaşında ölen firavun Tutankhamon'a aitti. Kendisi de altın tabutunun içinde 3300 yıldan beri gülümseyip duruyordu. Genç, dinç, taze... Yaşıyor gibi! Beşinci tabutta Carter, bir şey daha gördü ve şaşakaldı. Bu, genç kralın dul karısı genç kraliçe tarafından bırakılmış bir demet çiçekti. Sapları hafif sararmış, ama binlerce yıldan beri renk canlılığını hiç kaybetmemiş bir demet peygamber çiçeği... Tutankhamon'un mumyası, orta tabuttaydı. Ondan bir önceki tabuta konan çiçek, sanki; «Ölümden korkmuyorsan, hiç olmazsa aşkımıza saygı göster ve genç bir dulun kocasını mezarında rahat bırak.» diyordu.
Carter, çiçekleri eline almak istedi. Fakat yapraklar, toz olup uçuşuverdiler. Böylece genç kraliçe Ankeson Amon'un aşkının tanıkları da uçup gitmiş, başka bir delil kalmamıştı.
Ölümün Kanatları
Carter ve arkadaşları, hayran hayran muhteşem manzarayı seyrederken, işçiler dövünüp bağırıyorlardı: «Uğursuzluk gelecek... Ölüm gelecek!»
Carter, son üç altın tabutu da açınca, altın ve diğer değerli taşlarla ve ince bir sanatla işlemiş kral alametlerini gördü. Tabutun kapağı, firavunun altın kabartma bir heykeliydi. Altın maske, incilerle, bilezik ve yüzüklerle süslüydü. Ayak parmaklarının her birine birer altın yüzük geçirilmişti. Firavunun tabutunda, belli ki rahipler tarafından yazılmış şu yazılar vardı:
«Firavunu rahatsız edene ölüm, kanadını dokunduracaktır.»
Başının altındaki destekte ise şunlar okunuyordu:
«Bu derin uykudan uyan. Sana kötülük edenlerden intikamını alacaksın. Tanrı Ptah, senin düşmanlarını yendi. Onlar, artık yok oldular.»
Carter ve Lord Carnavon, bu tehdide rağmen firavunun çıplak mumyasını meydana çıkarmak için maskesini kaldırmakta hiç tereddüt etmediler. Firavunun yüzü hafif kızarmıştı. Bir yara izi bulabileceklerini düşünerek ötesine-berisine iyice baktılar ve buldular da. Yanağında hafif bir leke vardı. Bu da ölüm sebebi olabilecek bir yara olarak görünmüyordu. «Basit bir sinek sokması olabilir.» deyip geçtiler.
Mumya, İntikam Alıyor
Tutankhamon'un mezarının açılmasından 2-3 hafta sonra Lord Carnavon'un yüzünü bir sinek soktu. Tıpkı firavunun yanağındaki gibi aynı noktada, aynı yara, aynı iz. Lord, yatağa düştü. Doktorlar, hastalığı teşhis bile edemediler. «Sıtma olabilir.» dediler; ama değildi. Zaten Mısır gibi sıcak ülkelerde sıtma aşılayan sivrisinekler yoktu. Lord Carnavon, kıvranıyordu. Birgün yatağında doğrulup «Tamam!» dedi. «Tutankhamon'un sesini duyuyorum. Beni çağırıyor, beni bekliyor...» O, böyle deyince hastabakıcı, korkup odadan çıktı. Aynı anda doktorları ve odada bulunanları şaşırtan bir olay oldu. Bir anda evin bütün elektrikleri söndü. Elektrikler, tekrar geldiği ve hastabakıcı döndüğü zaman; lord, ölmüştü. Sonradan anlaşıldı ki elektrik akımı, merkezden kesilmemiş. Sigortalarda kontak veya tek kopması gibi bir arıza olmamıştı.
Lordun bu şekilde ölümü, bir anda dünyaya yayıldı. Firavunun intikam peşinde olduğu söyleniyor; haber, bütün dünya basınında büyük başlıklarla yer alıyordu. Tabii buna tesadüf diyenler de çoktu.
Lordun ölümünden kısa bir süre sonra hasta bakıcısı da öldü. Buna da tesadüf denilebilirdi; ama bunu takip eden ölüm olayları, büyük heyecan uyandırmıştı. Tutankhamon'un piramidinde çalışan işçiler, tarihçiler ve kazının yapılmasına yardım edenler, peş peşe ölmeye başladı. Carter'i kazıya teşvike den bir profesör, aniden hastalandı ve öldü. Doktorlar, ölüm sebebini açıklayamadılar. Hemen ardından mezar duvarının delinmesine yardımcı olan Arthur Menace, hastalanarak; arkeolog Evelyne White de sinir buhranı geçirerek öldüler. Evelyne White'nin ölümünden kısa süre önce yazdığı veda mektubunda şöyle diyordu:
«Beni ölüme çağıran ve zorlayan bir kuvvet var.»
White'den 2 gün sonra Tutankhamon'un radyografisini alan Dr. Archibald Douglas'ın da ölmesi, heyecanı artırdı. Çünkü Dr. Archibald, gençti. Hiçbir hastalığı olmadığı gibi güçlü kuvvetli ve cesurdu. Londra, Paris ve New York'ta gazeteler, firavunun intikamlarını baş sayfalarında yazmaya başladılar.
Ölenler, bu kadar da değildi. Carter'in sekreteri, bir sabah yatağında ölü bulundu. 2 gün sonra da sekreterin babası öldü. Carter, kendisiyle çalışanların birer birer ve ard arda öldüklerini gördükçe vicdan azabı ile kıvranmaya başladı. Öyle bir azap duyuyordu ki, ölümden beter! Firavun, onu öldürmeyi sanki işkence etmek için geciktiriyordu. Derken Lord Carnavon'un karısı ve kardeşi de esrarlı bir şekilde öldüler. Sonra sıra Mısırlı arkeologlara ve kazıda çalışan işçilere geldi. İşçilerin dördü-beşi birden ölüyordu. Kısa süre sonra kazıda çalışan hiç bir işçi, sağ kalmadı. Yalnız Carter, birkaç yıl daha yaşadı; ama ölümü aratan işkenceler içinde bir yaşama oldu bu. Sonunda o da öldü ve hastalığı anlaşılamadı.
Bilimadamları, Sır Peşinde
Firavun, gerçekten intikam alıyor muydu? Tabutunda yazılı tehdit dolu tılsımlı sözlere inanmak istemiyorsak, onun mezarına dokunan herkesin kısa bir sürede ölmelerini nasıl açıklayacağız? Doktorlar, ölüm sebebini söylemediklerine, anlayamadıkalrına göre bu konuya bilim yoluyla nasıl açıklık getirilecekti.
1959'da Rodezyalı bilgin M. Wiles'in ileri sürdüğü sebep, biraz akla yatkın görünmüştü. Wiles, piramitlere girenlerin mumyalara dokunanların ölmelerine sebep olarak yarasaları gösteriyordu. M. Wiles, Afrika'da pek çok bulunan yarasalardan gübre olarak bir fayda sağlanıp sağlanamayacağını araştırıyordu. Bu amaçla, yarasalarla dolu derin kuyulara, mağaralara giriyor, uzun süre oralarda kalıyordu. Araştırmalarını bitirip döneceği zaman, müthiş bir karın ağrısı ile kıvranmaya başladı. Kanını incelediler. Zehirlenme yoktu. Sıtma, dizanteri gibi başka bir hastalık da bulamadılar.Fakat Doktor Dean, Wiles'in yarasa kuyularında çalıştığını öğrenince derhal aydınlandı: «Bu, bir histoplasmosist'tir.» dedi. «Buna mağara hastalığı da diyebiliriz. Çok az rastlanan ve yarasa dışkılarından bulaşan bir hastalıktır.»
Böyle bir hastalık, vardı. Kazı yaparken, bu hastalığa yakalanıp ölen arkeologlar da vardı. Fakat bu, firavunu mezarında rahatsız edenlerin ölüm sebebini asla izah edemezdi. Çünkü firavunu rahatsız edenlerden sadece ikisi, karın ağrısı ile kıvranarak ölmüşlerdi. Diğerleri, çıldırarak, katledilerek, sinek ısırması, intihar ve anlaşılmaz hastalıklar gibi çeşitli sebeplerle öldüler. Mağara hastalığının belirtileri, onlarda hiç görülmedi. Üstelik, Tutankhamon'un mezarında tek bir yarasa bile yoktu ve orada çalışanlar, başka yerlerde de yarasalar arasına girmemişlerdi