17. asrın ilk yarısında yaşamış bir cevelan. Kaside üstadı. Erzurum’un Hasan Kal’ası’nda doğduğu için kaynaklarda Erzenü’r – rûmi Ömer Bey veya Erzurumi Ömer Efendi diye kayt altına alınmış. Üstad’ın çocukluğu ve gençliği hakkında hemen hemen hiç bir şey bilmiyoruz. Tıpkı yaşamları ile iz bırakan ve ölümlerinden sonra meşhur olan diğer üstadlar gibi. Eserlerinden ise iyi bir tahsil gördüğü, Arapçayı ve özellikle Farsçayı çok iyi bildiği, o dönem şartlarına rağmen Fars Edebiyatını yakından takip ettiği anlaşılmaktadır.
Tarihçi Ali’nin “Mecma’ul – Bahreyn”inde iyi yetişmiş, zeki bir genç olarak tanıtılan Üstad, önce “Darrî” (zarara mensup, zararlı) mahlasını almışken sonradan “Nef’î” (yarara mensup, yayarlı) mahlasını kullanmaya başlamış. Kim bilir nedir hikmeti?
Üstad’ın karanlık dönemleri devam ediyor. Ne zaman, hangi sebeple İstanbul’a geldi, meçhûl. Paris yaranından Ebuzziya Tevfik’in değerlendirmesinde tarih açısından uyuşmazlık söz konusu. Sanki Üstad’ın İstanbul’a geliş tarihi l. Ahmed’in tahta geçişinden yani 1603’ten sonra ( ki önce gelmiş olsa l. Ahmed’e sunulmuş olan 8 kaside arasında bu padişahın tahta geçiş münasebetiyle yazılmış bir cülûsiye ye rastlanmalıydı) olmalı. Tarihçilerin piri Naima da bu yönde fikir beyan ediyor.
Yad ellerin çocuğu Nef’î’nin hayatı, sevgili padişahı l. Ahmed’in mahiyetinde gittiği Edirne’de kısa bir müddet kalışı ve aynı şehirde lV. Murad döneminde yaptığı Muradiye mütevelliliği bir tarafa bırakılacak olursa ölümüne kadar yaklaşık otuz sene İstanbul rüyası içinde geçmiştir. Şairin bu zaman diliminde şahit olduğu dört iktidarın üçü kendisi gibi şair. I. Ahmed Bahtî, II. Osman Fârisî, IV. Murad Murâdî mahlasıyla şiir atlasında mısralar bırakır. İşin ilginç yanı ise Nef’i’nin kısa süreli de olsa iki defa tahta geçen I. Mustafa’ya kaside yazmamış, ilgi göstermemiş olmasıdır. Müphem ve meçhul bir durum daha.
Şöhretinin zirvesi I. Ahmed dönemi. Aynı zamanda en rahat günleri. Şair hakkını vermez mi yaşadıklarının? Verir. Hem de Nef’ice verir. Sultana sunduğu daha ilk kaside de padişahın inşasını başlattığı Sultan Ahmed Camii’nin derin temellerinden bahs ederek şöyle buyurur:
Hayradur niyeti her demde aceb mi olsa
Böyle bir cami’-i hoş-tarh ü latife bani
Habbeza ma’bed-i pür-feyz ü mukaddes ki bulur
Anda bir secde kılan magfiret-i rahmani
Bir binanun ki esası ire ka’r-ı hake
Sakfı geçse n’ola bu tak-ı bülend-eyvanı
I. Ahmed için yazdığı bu ve benzeri şiirlerinde padişaha duyduğu minnet hissini her fırsatta belirtir. Allah yürü ya kulum demiştir. Tanınır. Şöhreti her yana ulaşır. Padişahla beraber devri ileri gelenlerine de kasideler takdim etmesi şöhretini ve tabii refahını artırır. Kuyucu Murad Paşa, Nasuh Paşa, Damad Mehmet Paşa ve Halil Paşa şairimizin medhiyelerini karşılıksız bırakmamış; iltifat ve takdirlerini sunmuşlar.
Kronoloji akmaya devam ediyor. İşte bir müphem durum daha: II. Osman’ın katli. Tarihin önemli olaylarında biri meydana geliyor, Üstad dönemin şahidi. Divan’ında yahud Siham-ı Kaza’sında değiniyor mu bu olaya? Hayır. Eldeki mevcut kaynaklar bunu da açıklayamıyor. Yeni kaynaklara ihtiyacı var Doğu’nun yedinci oğlunun.
Üstadın karşısına kader, zehir zemberek bir padişah çıkarır: IV. Murad. Bağdat Fatihi dönemi, Üstad’ın, iltifat ve nimete en fazla gark olduğu, edebi şöhretinin bulutlarda gezdiği ve fakat azle ve musibete en çok uğradığı zaman dilimidir. Padişah över Nef’i’yi, devlet erkanı över, diğer şairler över. Bu kadar öveni olan birinin aynı ölçüde de yereni olur. Çünkü Nef’i’nin dili, ucu kırılmaz oktur, deler geçer; kah gökte yıldızlar kah yerde mahlukat-ı beşer nasibini alır. Dur bilmez, durak bilmez. Hicv üstüne hicv düşman üstüne düşman demek değil midir?
14 Zilkade 1039 (24 Haziran 1630) yeni bir milat. Mekan Beşiktaş I. Ahmet Köşkü. IV. Murad bir eser okuyor. Adı: Siham-ı Kaza. Nef’i’nin dilinden dökülen zehir zemberek hicivler… Sultan’ın yanı başına yıldırım düşüverir, yıldırımla birlikte Sultanın mecmuayı yırtması birdir. Canlandırın gözünüzde. Cihan padişahının burnunun dibine düşen bir yıldırım ve elinde mel’un Siham-ı Kaza… Balayının sonu. Üstad, derhal vazifesinden uzaklaştırılır ve bir daha hicivle uğraşmayacağına dair söz alınır. Tutulması ne zor bir söz.
Bu günden ahdum olsun kimseyi hicv itmeyüm illa
Vireydün ger icazet hicv iderdüm baht-ı na-sazı
Katl-i Şair
Devrinde büyük bir düşman grubu toplayan Nef’i, Siham – ı Kaza’sında devlet ricali yanında ulemayı da hicvederek rakiplerinin sayısını çoğaltmıştır. Bu yüzden “ulema düşmanı”na çıkar adı.
Katli vacip denmeye başlanmıştır artık. Kaf-zade Faizi’nin söylediği tahmin edilen Farsça bir beyit çok meşhur: “Adı Nef’i olan o hiciv söyleyici şairin katli, dört mezhepte de, engerek yılanını öldürmek kadar gereklidir.”
Üstad’ın ölümü hakkında da çeşitli rivayetler var. En meşhuru Bayram Paşa’yı hicvettiği için, padişahtan alınan izin üzerine, boğdurulup denize atıldığıdır. Nef’i’nin ölümüne geniş yer veren Naima, meşhur tarihinde Nef’i’nin katline “Katl-i şair” başlıklı bir bölüm ayırır. Kulak verelim: Padişah “yeni bir hicvin var mı?” diye şaire Bayram Paşa’ya yazdığı hicvi söyletir. Bu hicvi Bayram Paşa’ya verip onun ısrarı üzerine öldürülmesine izin verir. Hakikate yakın gibi görülmekle birlikte halk arasında söylenen şu şekildedir: Padişahın özel meclisinde şairi zorlayarak Bayram Paşa’yı hicvettirmesi – Nef’i ile Bayram Paşa’nın arasının ne kadar bozuk olduğunu bilmez mi Sultan – üzerine, bunu haber alan Paşa’nın “halk arasında itibarının kalmadığını belirtmesi” ve şairin kendisine teslim edilmesini istediği ve Padişah’ın rıza verdiği meyanındadır. Bu Naima’ya göre asılsız ve temelsiz bir söylentidir. Garipliğe bakınız ki Nef’i’nin Bayram Paşa’yı hicveden, yani boğdurulup denize atılmasına sebep olan şiirine de henüz rastlanmamıştır.
Vesikalara bakalım ne diyorlar Katl-i şair için:
İsmail Belig, 1040 senesinde “… tig-i gazab-ı padişahi ile katl olundu” der. Katip Çelebi, 1044 senesinde “Sultan Murad han’ın kılıcı ile katl edildiğini” söyler. Niçin Sultan Murad öldürdü peki? Köprülü merhum, eski mecmuaların birinde Nef’i’nin kaleminden çıktığı iddia edilen IV. Murad aleyhinde çok ağır bir kıt’anın varlığından bahseder. Prof. Dr. Karahan da bahsedilen bu hicve yazma bir mecmuada rastlamıştır. Bu kıt’a, ifade ve üslub bakımından Nef’i’nin hicivlerine benzemektedir.
Yine de muamma olarak kalmıştır Üstad’ın hayat hikayesi. Ama kesin bilinen şudur ki, şairin öldürülmesi görevi Bayram Paşa’ya verilmiş, o da Çavuşbaşı Boynu Eğri Mehmed Ağa vasıtasıyla şairi 27 Ocak 1635 / 8 şaban 1044 tarihinde sarayın odunluğunda boğdurtarak cesedini denize attırmıştır. Rivayete göre Nef’i ölmeden hemen önce şu anlamlı rubaiyi söylemiş:
Ey dil hele âlemde bir âdem yoğ imiş
Var ise de ehl-i dile mahrem yoğ imiş
Gam çekme hakikatte eger arif isen
Farz eyle ki elân yine âlem yoğ imiş
Üstad’ın gidişi de hayatı gibi şaşalı olmuş. Ardından düşürülen tarihler onun hiviv yüzünden öldürüldüğünü doğrular:
“Geçdi Siham-ı Kaza”
GAZEL
Tûtî-i mu'cize-gûyem ne desem lâf değil
Çerh ile söyleşemem âyînesi sâf değil.
Ehl-i dildir diyemem sînesi sâf olmayana
Ehl-i dil birbirini bilmemek insâf değil.
Yine endîşe bilir kadr-i dür-i güftârım
Rüzigâr ise denî dehr ise sarrâf değil.
Girdi miftâh-ı der-i genc-i ma'ânî elime
Âleme bez-i güher eylesem itlâf değil.
Levh-i mahfûz-ı suhandir dil-i pâk-i nef'î
Tâb'-ı yârân gibi dükkânçe-i sahhâf değil.
HİCİV
"Tahir efendi bize kelp demiş
İltifatı bu sözde zahirdir.
Mezhebim Malikidir zira,
İtikadımca kelp tahirdir."
GAZEL
Ağyâre nigâh etmediğin nâz sanırdım
Çok lutf imiş ol âşıka ben az sanırdım
Gamzen dili rüsvâ-yı cihân eyledi
Billâh ben ol âfeti hem-râz sanırdım
Seyr eylemesem âyînede aks-i cemâlin
Hüsn ile seni meh gibi mümtâz sanırdım
Ma'mûr idügin bilmez idim böyle harâbât
Mestâneleri hâne-ber-endâz sanırdım
Sihr etdiğini senden işitdim yine Nef'î
Yoksa sözünü hep senin i'câz sanırdım