Bağımlılık yapan ürünler ve Katkı Maddeleri

 

Aşağıdaki 4 temel bağımlılık yapan katkı maddelerin dışında farklı katkı maddeleri var mı diye göz ucuyla bir araştırma yaptım. ama bir genel sonuca ulaşamadım. Fakat araştırmaya devam edeceğim.  Her şeyden önce, kazanacağım sağlığımı kaybetmemek ve yaşadıklarımı aileme de yaşatmamak için evin hanımı olarak bu olayın peşini bırakmayacağım J

 

Bu maddeler ile ilgili yazılanları okurken kendi beslenme düzenim gözümün önünden geçti. Babam uzun yıllar yurtdışında görev yaptı ve kendi görüşleri gereği bizi oraya götürmeyi uygun bulmadığı için annemle kardeşim burada yaşadık. Annem de bekarlığın verdiği rahatlıktan mı mutfakla uğraşmayı sevmediğinden mi bilinmez, biizm evde pek yemek pişmezdi. Şöyle ki; özel bir davet varsa yapılan çorba hazır çorba, pişen köfte hazır köfte falandı, salata adam başı 1-2 çatal olacak şekilde ortaya minik bir tabakta konurdu. Yemeğin yanına kola mutlaka olurdu. Çayın yanına pastane pastaları konurdu. Mutfağımız tamamen dış güçlerin elindeydi anlayacağınızJ  Anneme acıktık desek, 1 paket bisküvi açar ya da ekmek arası bir şey yeyin derdi. Bir zamanların fast food zinciri tivoli’sin de geçti her günün 2 öğünü. Böyle bir beslenme düzeniyle ilkokul yıllarım geçince, lise ve üniversite hayatımda evden uzak olduğum dönemlerde de acıkınca ben hep markete giden bir insandım. Standart bir öğünümde mutlaka eti cin, 9 kat gofret, çokoprens, rulokat, jelibon, ruffles ve fruko olurdu.

 

Şimdi buradan konuya dönecek olursak o içindeki maddeler sayesinde ben acıktığım zaman illa bu saydığım gıdalar olacak derdim. Yerine topkek yesem olmaz, kanmam, doymama illa onlar olacak diye market gezdiğimi bilirim. 1 tane baklava yesem başım dönen ben, o kadar abur cuburun içindeki şekerden hiç etkilenmiyordum. (yesem hala da etkilenmem diye düşünüyorum). Başka ne yesem doymuyordum. Çünkü tat almıyordum. Pırasanın pişirme şekline göre tadındaki farklılığı alamıyordum, yemek kültürüm yoktu neredeyse.

 

Şimdi yazdıkça hatırlıyorum, bir gün susadım diye gazoz almıştım ve arkadaşın biri susadım diyorsun, su almıyorsun demişti. Ne kadar yoldan çıkmışlığımın göstergesi...

 

 Bu kadar kaybolmamda elbette başka etkenler de vardır ama abartısız olarak 13 yılımın her gün en az 2 öğününü dışarıdan yiyen biri olarak tanıdığım tatlar; market ve fast food’ cuların tatları olunca acıkınca da doğal olarak aşina olduğum o tatları istiyordum. Ve tabi hiç fark etmediğim şekilde her gün artan porsiyonlarda.

 

"BESİN BAĞIMLILIĞI

 

İnsanlar besinlere olan bağımlılığını, tüketim kültürünün boğazımıza sarıldığı anlarda daha gözle görülür şekilde öğrenmeye başladı. Şehir efsanesi olan traş köpüğü hikayesi buna en iyi örneklerden biridir: traş köpüğü firması daha fazla satış için neler yapabileceklerini analiz ettiklerinde; traş olan erkek sayısını arttıramayacaklarına göre daha farklı odaklanmalara yöneldiler. Ve traş köpüğüne eklenen kimyasal madde ile sakalların daha hızlı uzamasını sağlayarak satışlarını arttırdılar.


Besin tüketimimiz de bu şekilde kimyasal etmenlerle bilinçsizce aşırıya kaçmaya başladı. Vücudun şifresi kitabında yer alan şifrede (son alınan gıdaların beyindeki elektrokimyasal etkisi) Halil Kargulu tarafından açıkça belirtilmiştir. Daha fazla satış, daha fazla para kazanma hırsı ile besin terörü yaratan büyük firmalar insan sağlığını hiçe saydılar.
Bu firmalar besin satışlarını arttırmak ve insanların sürekli bu besinlere yönelmesini sağlayacak dört maddeyi çoğumuz şu günlerde haber kanallarında sıklıkla rastlıyoruz. İşte bu dört madde:

 

MSG (Mono Sodyum Glutamat),

NBŞ (Nişasta Bazlı Şeker),

Aspartam

Ve Doymuş Yağ oranı…


İsmi geçen dört maddenin işlevleri ve yaptırımları çok kötü sonuçlar doğurmakta, insanlar üzerinde anlaşılmayan tepkimelere yol açmakta ve sonuç olarak bir insanın ahlaki öğelerine ters düşen durumları gözler önüne sermektedir.


Bizim için önemliliği olan bu ürünlerin toplum üzerindeki en büyük etkisi “Obezite”. Şimdi bu dört kimyasalı inceleyerek, insanlar üzerindeki etkilerini gözlemleyeceğiz.

ASPARTAM
kimyasal formülü aspartil-fenilalanin-1-metil ester olan bir tatlandırıcıdır. Kimyasal olarak aspartat ve fenil alanin aminoasitlerinden oluşmuş bir dipeptidin metil esteridir. Çay şekerinden 180 kat daha tatlıdır. İlk kez James M. Schlatter tarafından 1965 yılında keşfedilmiş, ABD'de 1974'te kullanımının onaylanmasından sonra uzun süre güvenilirliği tartışma konusu olmuştur.


Dünya Sağlık Örgütü'nün Gıda Katkı Maddeleri Uzman Komitesi, Avrupa Birliği Yiyecek Bilimsel Komitesi ve FDA tarafından uzun yıllar boyunca incelenmiş ve güvenli olduğu edilmiştir. Ancak kanserojen olduğuna dair çok sayıda bağımsız bilimsel çalışma vardır.
(Wikipedia)
Şekerden yüzlerce kat daha tatlı olan alternatif tatlandırıcıların 20 kuruşluk miktarı, 2 TL civarındaki bir kilogram şekerin işlevini görüyor. Amerika’da bir dönem yasaklanan, kansere neden olduğu iddia edilen, diyetisyen ve doktorlar tarafından kullanılmaması tavsiye edilen yapay tatlandırıcılar, İstanbul Eminönü’ndeki tezgâhlarda bile açıktan satılıyor. Son sekiz yılda (2000-2008) kimyasal tatlandırıcıların ithalatı 13 kattan fazla arttı. Her yıl bu artış katlanarak devam ediyor.


Elbette bu artışın altında sağlık alanındaki ihtiyaçlar yatmıyor. Yapay tatlandırıcıların ithalatındaki artışın temel nedeni, gıda sektöründe şeker yerine kullanılması. Mesela, kimyasal tatlandırıcılardan aspartam ve sakarin, market raflarındaki diyet kola, düşük kalorili yoğurt ve şekersiz sakızın yanı sıra açıktan satılan baklava, reçel, helva ve süt tatlıları gibi birçok üründe rahatlıkla şeker yerine geçiyor. Vatandaş ise aldığı birçok ürünün içinde kimyasal tatlandırıcı kullanıldığını bilmiyor.

 

Bir bavul aspartamın bir kamyon şekere denk geldiği düşünüldüğünde, gıda sektörünün bu ürünlere meyletmesinin gerçek nedeni ortaya çıkıyor. Hatta bavulların içinde kaçak aspartam getirildiği öne sürülüyor. Piyasaya sürülen 5 YTL’lik baklavalar, 2 YTL’lik çikolatalar gibi ucuz mamullerde kullanılan kimyasal tatlandırıcıların sağlık riskleri ve şeker pazarına verdiği zarar ise âdeta görmezden geliniyor. Amacı dışında kullanımı her geçen gün daha fazla artan tatlandırıcıları yakından izleyen uzmanlar ise uyarıyor:

 

“Sağlıklı yaşamak isteyenler her türlü tatlandırıcıdan uzak durmalı. Kimyasal tatlandırıcıların hepsi vücuda yabancı ve zararlıdır.”


Baklavalarda Kaçak Aspartam!


Çin, Singapur, Tayvan, Hollanda, Amerika, Almanya gibi ülkelerden gelen bu yapay tatlandırıcılar, şekerden çok daha yüksek tat veriyor. Ürkütücü olanı ise İstanbul Eminönü gibi açıktan ürün satılan yerlerde bu tür kimyasallar çokça ve rahatça bulunabiliyor. “Sektörde bu tatlandırıcıların kullanımı artıyor.” diyen Güllüoğlu Baklavaları gıda mühendislerinden Emine Akyıldız’a göre aspartam 25 kilogramlık paketler hâlinde satılıyor: “Küçük pastanelerde diyet kek, diyet ürün bulunuyor. Pastada deneyebiliyorlar. Tadı tutturması çok zor değil. Bunların hiçbiri sağlıklı değil.”


Hem evde tatlı yapımında hem de büyük firmaların diyet/diyabetik ürünlerinde mutfağa giren yapay tatlandırıcılar, acaba piyasada farklı alanlarda gizlice kullanılıyor mu?

 

Ürünlerin içindeki yapay tatlandırıcılardan vatandaşın haberi var mı? Sektörde hızla yaygınlaşan yapay tatlandırıcılardan birçok üretici yakınıyor. Foga Pastanesi sahibi Yalçın Albardak, adını vermediği Ankara’da büyük bir baklava toptancısının, pancar şekeri yerine ürünlerinde aspartamı gizlice kullandığını ifade ediyor. Hem de bu ürünler diyet ya da diyabetik diye değil, bildiğimiz şekerden yapılan tatlı olarak satılıyor. Mesela, bir tepsi baklavada 2 buçuk kilogram şeker kullanılıyor. Bu miktar 5 TL’ye denk gelirken, sadece 50 kuruşluk aspartam ile aynı tat karşılanıyor. Zaten Ankara Ulus pazarına gidince vitrinlerde yerini alan baklavaların 5 TL’den satılması aslında durumu açıklıyor. “Nasıl bu kadar ucuza mal ediyorsunuz?”, “Yapımında ne kullanıyorsunuz?” sorularına yanıt, “Bilmiyoruz, bize hazır geliyor.” oluyor. Birçok firma, baklavayı toptancıdan hazır alıyor;

 

toptancı ise fiyatı düşürmek için ucuz malzemeye yöneliyor. Pancardan üretilen şekerin yerine kimyasal tatlandırıcılar tercih ediliyor.


Yalçın Albardak, kimi müşterilerin “Neden baklavayı 15 TL’den satıyorsunuz?” sorusuna muhatap kaldıklarını anlatıyor: “Bunu müşteriye anlatamıyoruz. O fiyatlar beni kurtarmıyor. Ben iki üç çuval şeker kullanıyorsam, onlar bir kilo yapay tatlandırıcı ile işini hallediyor. Ama o tatlıların içinde ne kullanıldığını vatandaş bilmiyor, sormuyor.”


Albardak’a göre piyasada yaygınlaşan yapay ya da kimyasal tatlandırıcıların kullanımı önümüzdeki yıllarda patlayacak: “Bunu orta dereceli esnaf kullanmaz. Ya çok büyük iş yapanlar kullanıyor ya da çok küçükler. En büyüklerinden bile şüphelenmek lazım. Bunlar da merdiven altında iş yapıyor. Gözlerini para hırsı bürümüş.” Tüketiciler Birliği’nden bir dernek yöneticisi ise yapay tatlandırıcıların bisküvi ve gofret sektöründe, amacı dışında çok yaygın kullanıldığını ifade ediyor.


Bir Firma Aspartam Satışlarını Durdurdu!


Piyasaya uzun süre yapay tatlandırıcı satan Kalealtı Sanayi ve Ticaret Limitet Şirketi firmasından bir yetkili, amacı dışında kullanım yüzünden üç yıldır yapay tatlandırıcı satışını durdurduklarını anlatıyor: “Bizim kayıtlarımızı inceleyin. Amaç dışı kullanıldığı için üç yıldır bu tatlandırıcıların satışını yapmıyoruz. Diyet ürünlerde kullanılması gereken bir madde; ama diyet ürün dışında neredeyse her alanda kullanılıyor.” Ürünü yurtdışından getiren ithalatçıların bile bir-iki torba hâlinde perakende satış yaptığını anlatıyor. Volkan Pastanesi’nin sahibi E. U. ise baklava sektöründe ucuz ve kimyasal malzemenin yaygın biçimde kullanıldığını ifade ediyor.


Kimyasal tatlandırıcı kullanılsa bile günde 30 tabletin aşılmaması gerekiyor. Tüketiciler Derneği Gıda Komisyonu Başkanı ve Beslenme Uzmanı A. C., şeker hastası ya da obezite hastalarına kesinlikle yapay tatlandırıcı kullanmamaları uyarısında bulunuyor. Gıda sektöründeki ürünlerde yapay tatlandırıcıların kullanım oranı net olarak yazmadığı için A. C. “Bir kekte ne kadar kullanılıyor, bunun su yüzüne çıkması gerekir.” diyor. Bunun için tüketicilerin etiket okuma alışkanlığına sahip olması tavsiyesinde bulunuyor. Tabii belediyeler ve Tarım Bakanlığı denetçilerinin de bu gözle gıda kontrolü yapması gerekiyor. Aksi hâlde, ürünlerin üzerinde miktarlar yazmıyorsa üreticiden bunun talep edilmesi, gıda derneklerinin haberdar edilmesi, gerekirse kanuni yollara başvurulması denenebilir.


Beslenme uzmanı Cengiz, gün içinde 30 tabletin üzerindeki rakamı ciddi buluyor. Bu yüzden ambalajlı gıdaların yanında açıktan satılan baklava, dondurma, helva, süt tatlıları gibi ürünlerde de yapay tatlandırıcı kullanılıyorsa tüketici bu ürünlere çok dikkatli yaklaşmalı, özellikle ucuz ürünlerden emin olunmalı. A. C. piyasada bu tip ürünlerin tüketim sıklığının düşürülmesini istiyor. İşin tüketiciye düştüğüne dikkat çeken beslenme uzmanı, sektörün ciddi denetlenmediğini düşünüyor: “Bu yasada var, ama bu yasalar ne kadar işlerlik kazanıyor? Ürünün üzerine yansıyor mu? Ciddi kuşkularım ve endişelerim var. Rahat olmak istiyorum. Tüketiciye önerirken ben bilmiyorum ki (ürünlerde yapay tatlandırıcı kullanılıyor mu, oranı nedir) sade vatandaş nasıl bilecek?”


Aspartam “İçindekiler”de Yok!


Türk Gıda Kodeksi, hangi üründe ne kadar yapay tatlandırıcı kullanılacağını belirlemiş durumda. Örneğin 1 kilo baklavada en çok 1 gram kullanılabilir. Ancak market raflarında satılan birçok ürünün ‘içindekiler’ kısmında yapay tatlandırıcı kullanıldığı ifade edilse de ne kadar kullanıldığı (kaç miligram) yazmıyor. Bilinen markaların diyet ürünlerinin neredeyse hiçbirinde kullanılan tatlandırıcı oranı yazmıyor (2008’de durum böyleydi, 2011’de farklı mı?). Yasada yer almasına rağmen bu uygulamanın ürünler üzerinde yazmaması yasal yaptırımlar gerektiriyor. Ancak cezaların yetersiz kaldığı belirtiliyor. Tarım Bakanlığı, 2006 yılı içinde 350 bin denetleme yaptı. Sadece 3 bin 200 işyerine kapatma ve para cezası kesildi, yapay tatlandırıcılara ilişkin ceza sayısı ise çok daha düşük kaldı.
Yapay tatlandırıcılar Sanayi ve Ticaret Bakanlığı’na bağlı, Türkiye Şeker Kurumu’nun onayını aldıktan sonra ithal edilebiliyor. 2000 yılında 162 ton olan yüksek yoğunluklu tatlandırıcıların ithalat rakamları 2007 sonunda 2 bin 400 tonu aştı. Yani sekiz yılda yapay ya da kimyasal tatlandırıcıların ithalatı 13 kat arttı. Bu rakamların önümüzdeki yıllarda da artması bekleniyor.


Türkiye Şeker Kurumu’ndan Aksiyon’a yapılan açıklamada, yüksek yoğunluklu (yapay/kimyasal) tatlandırıcıların şekere ucuz bir alternatif olduğu belirtiliyor: “Yüksek yoğunluklu tatlandırıcı ithalat miktarlarının yıllar itibarı ile nüfus artışı veya sağlık gibi nedenlerle açıklanamayacak miktarda artış göstermesi, söz konusu ürünlerin fiyatının cazibesi nedeniyle yaygınlaştığını göstermektedir. 2008 yılının ilk yedi ayında ithal edilen miktarın 2 bin 190 tona ulaştığı dikkate alındığında ithalatı yapılan yüksek yoğunluklu tatlandırıcı miktarlarının diyet ve diyabetik amaçların çok üzerinde olduğunu göstermektedir.”


Bu ürünlerin amacı dışında kullanıldığını resmî rakamlardan tespit eden Şeker Kurumu’nun 2003 yılında yaptığı bir çalışmaya göre ithal edilen yüksek yoğunluklu tatlandırıcıların yüzde 4,8’i ilaç sanayinde kullanıldı. Bu da gösteriyor ki bu ürünlerin yaklaşık yüzde 95’i gıda sektöründe kullanılıyor.


İşte En Çok Kullanılan Tatlandırıcılar ve Onların E Kodları


Aspartam (E 951), Asesülfam-K (E 950), Sakarin (E 954), Aspartam-asesülfam tuzu, Neohesperiden (E 959), Siklamat (E 952), Sukraloz (E 955), Taumatin (E 957)
Kimyasal Tatlandırıcıları Nerelerde Kullanıyorlar?


Türk Gıda Kodeksi’nin izin verdiği alanlar şunlar: aromalı içecekler, süt, meyve suyu, tatlı, çerezler, şekerlemeler, boğaz pastilleri, kakao, kuru meyve, sakız, dondurma, soslar, hardal, çorba, reçel, jöle, marmelat, meyve konservesi, balık, kahvaltılık tahıllar, fırıncılık ürünleri, kilo verme amaçlı gıdalar, diyet gıdalar, gıda takviyeleri, biralar, elma ve armut şarabı.


Koy Aspartamı, Bak Tadına!

 

Yapay tatlandırıcılardan siklamat, şekerden 45 kat, aspartam 200 kat, asesülfam K 200 kat, sakarin 300 kat, sukraloz 600 kat, taumatin 2 bin 500 kat daha fazla tat veriyor. Aspartamın yeni bir türü olarak kabul edilen yeni nesil tatlandırıcı neotam, şekerden 13 bin kat daha tatlı.

 

MONO SODYUM GLUTAMAT,


Kısaca MSG olarak da bilinen Monosodyum glutamat, glutamik asidin anyonik formu olan ve glutamat denilen bir tuzudur. Glutamik asit proteinleri oluşturan 20 aminoasitten elzem olmayan bir aminoasittir. E-621 olarak sınıflandırılmış bu madde gıdalarda aroma arttırıcı olarak kullanılır. Gıdaların orijinal tadını artırarak daha lezzetli hale getiren bu madde Uzakdoğu mutfağında yoğun olarak kullanıldığından Çin tuzu olarak da adlandırılmaktadır. ilk olarak 1900’lü yılların başında Japonya’da bulundu.
Glutamat bulunduğu gıdaya "umami" diye adlandırılan bir tat katar. Bilimsel olarak bu tat acı, tuzlu, ekşi ve tatlının yanında kabul edilir.

 

Glutamat bir proteindir. Protein içeren besinlerin çoğunda (kırmızı ve beyaz etler, deniz ürünleri) doğal olarak bulunur.


Özellikle Çin ve Japon mutfaklarında lezzet arttırıcı olarak kullanılan MSG- Monosodyum Glutamat (E621) artık Türk mutfağında da sıklıkla kullanılıyor. Uzmanlar Türk mutfaklarında da sıklıkla kullanılan Monosodyum Glutamatın pek çok zararı olduğunu söylüyor. Oluşan zararlı reaksiyonlar nedeniyle özellikle çocukların etkilendiği söyleyen uzmanlar, bu lezzet arttırıcının, “alzheimer'dan parkinson'a göz hasarından çocuklarda büyüme hormonunun baskılanmasına” kadar pek çok rahatsızlığa neden olduğunu bildiriyor. MSG'nin reaksiyonlarına “Çin Restoranı Sendromu” da deniyor.


Tat alma duyumuz nasıl çalışır?

Tat alma duyusu, dil üzerindeki 200 adet tat tomurcuğunun içine tükürük tarafından ayrıma uğrayan kimyasal maddelerin girmesiyle başlar. Burada oluşan sinyaller, sinirler yoluyla beyine taşınarak tat alma duyumuzu harekete geçirir. Dilimiz genelde 4 farklı tadı algılayabiliyor. Bunlar, tatlı, acı, ekşi ve tuzlu olarak biliniyor.


Tatlı besinler dilin ucu, acı dilin kökü, ekşi ve tuzlu ise, dilin yan kısımları tarafından ayırdediliyor. Dilimiz 4 veya 5 tadı ayırt edebilirken beynimiz, yüzlerce tadın karışımını değerlendirebiliyor. Lezzet ise, tat ve koku duyularının ortak çalışmasıyla algılanıyor. Koku alma duyusu, lezzeti ayırt etme görevinin yüzde 70-80 gibi önemli bir kısmını üstleniyor.
MSG katkılı ürünlere dikkat!


Monosodyum Glutamat, tat alma duyumuzu etkiliyor. Ağzımıza attığımız ilk yemekle birlikte tat alma duyusu harekete geçerek, beyne ilk sinyalini gönderiyor. Bu ilk sinyalle birlikte tadı oluşturan madde ağzımızda kaldığı sürece (yuttuktan sonrada tat ağzımızda bir süre daha kalıyor.) sinyallerin seviyesine karşı duyarlılık hızla düşmeye başlıyor. Bu nedenle bazen yediğimiz çok tatlı bir yiyecekten sonra alınan gıda (örn. içilen çay) bize şekersizmiş gibi geliyor. Bizler farkında olmasak dahi yemek yerken bile aynı olay gerçekleşiyor. Yediğimiz aynı yemekte bile ilk lokma ile son lokma arasında bir tat azalması oluyor. Monosodyum Glutamat içeren gıdalar yediğimizde ise, tat alma duyumuz daha fazla hassaslaşıyor ve bu nedenle MSG'li gıdalar daha fazla tüketiliyor. MSG'li yiyeceklerden sonra alınan normal besinlerde tat alma duyarlılığımız azalıyor. Yapılan araştırmalarda, çocukların ve gençlerin yedikleri hazır gıda maddelerden sonra (örn. cipsler, gofretler) diğer besleyici besinleri tat alamadıkları gerekçesiyle yemedikleri gözlemlendi.
Monosodyum Glutamat, birçok gazlı içecek ve hazır gıda da olduğu gibi, kimyasalların bir kısmı dilimizdeki artıkları hızla parçalayarak midemize gönderiyor, diğer bir kısmı ise bunları nötrleştirerek, her lokmanın ilk lokmaymış gibi algılanmasına neden oluyor.
Verdiği zararlar:


• Nörotiksin bir madde olan MSG, sinir hücrelerine zarar veriyor.

• Sebep olduğu hastalıklar ise, merkezi sinir sistemi tahribatına bağlı olarak Alzheimer, Parkinson, Huntington hastalıkları ve Sara (epilepsi),

• Retinal dejenerasyonu (göz retina tabakası hasarı),

• Yağ birikimi, doyma mekanizmasında bozukluk, Obezite,

• Büyüme hormonunun baskılanması,

• Pankreas hasarı, insülinde artış ve buna bağlı olarak diyabet gelişimi,

• Böbrek ve karaciğerde hasar,

• Bu madde hamilelerde plasenta bariyerini geçerek bebeklerinde aynı etkilere maruz

 kalmasına neden oluyor.

 

Bu zararların hepsi çok sayıda çalışmayla kanıtlanmış ve bununla ilgili bir rapor Dünya Sağlık Örgütüne sunulmuş durumda.


MSG'nin neden olduğu reaksiyonlar:

 

• Baş ağrısı,


• Bulantı
• İshal,
• Terleme,
• Göğüste sıkışma,
• Boyun arkasında yanma
Bu tür reaksiyonlar fazla miktarda MSG alınması sonucunda oluşur. Bu maddeyi tüketen astımlı hastalarda ağır astım atakları oluşabilmektedir.

Msg katkılı ürün grupları:
• Hemen hemen tüm cipslerde,
• Bazı katı ve ekmek üstü yağlarda,
• Et sularında,
• Hazır çorbalarda,
• Hazır soslarda,
• Tatlı-tuzlu hazır ürünlerin bazılarında…

Bu madde bazı ürün gruplarında; Mono Sodyum Glutamat, Msg, Glutamic asit, Glutamin ve Glutamat olarak adlandırılmıştır.

NİŞASTA BAZLI ŞEKER


Mısırdan elde edilen şekerdir. Büyük bir oranı vücutta fruktoza dönüşür. Fruktoz çok masum olmayan bir şeker cinsi. Çünkü insülin direncini tetikleyerek aşırı şişmanlığa yol açabiliyor. Ayrıca kandaki trigliserid   değerlerini artırabiliyor. İlgililerin ve Bilim adamlarımızın Yayın Organlarında söylediklerine göre de Maalesef ülkemizde nişasta bazlı şeker kullanımı çok yoğun. Avrupa’da ciddi kotalar olduğu, nişasta bazlı şekerin kullanımının yüzde 1’ler civarında olduğu yine söylenenler arasında. Bizim ülkemizde ise yüzde 15’ler civarında. Şimdi bu rakam daha da yukarıya çıkartılmaya çalışılıyor denilmekte.
Nişasta bazlı şeker hangi gıdalarda var?


Şeker 3 kaynaktan elde edilir.

1- Şeker kamışı.

2- Şeker pancarı.

3- Mısırdan elde edilen nişasta bazlı şeker.

 

Mısırdan elde edilen nişasta bazlı şeker türü mısır şurubu olarak da biliniyor. Ketçap, toz kahve kreması, bisküvi, meşrubat, şekerleme, hazır meyve suyu, çikolata, gofret, hazır puding, kek, hazır çorba gibi pek çok gıdanın üretiminde kullanılıyor. Şekerden daha ucuz olduğu için mısır şurubu tercih ediliyor.Ülkemizde üretilen Gazoz ve meşrubatların neredeyse tamamında kullanılıyor bu zehir!

 

Nişasta bazlı şeker neden zehir!


Tokluk hissi vermeyen ve
kanserden kalp hastalıklarına ve karaciğer yetmezliğine kadar birçok kronik hastalığa yol açtığı ileri sürülen nişasta bazlı şeker (NBŞ). Bağımsız bilim adamlarının, “Mısırdan elde edilen NBŞ’de yüksek oranda fruktoz (meyve şekeri) var. Fruktoz, tokluk hissi uyandırmaz aksine yedikçe yedirir. Kronik hastalıklar salgına dönüşmeden önlem alınmalı” dediği NBŞ için Türkiye bir cennet durumunda. Türkiye’de mahkemeler, şirketlere ‘kotayı düşür’ dese de Bakanlar Kurulu yetkisini, kotayı artırma yönünde kullanıyor.

 

NBŞ artık kotalı, kotasız ve merdiven altı olarak tüm gıda maddelerinde kullanılıyor. Bu gelişmeler yaşanırken Türkiye, yüzde 10 olan NBŞ üretim kotasını yüzde 15’e çıkardı. Bunun tek nedeni ise nişasta bazlı şekerin, pancardan elde edilen şekere oranla ton başına 250-300 dolar daha ucuz olmasıydı. Şeker pancarında dünyanın 4’üncü büyük üreticisi olan Türkiye, yeterli oranda mısır üretiliyor olmasına rağmen dışarıdan ithal ettiği mısırla NBŞ üretiyor. Türkiye’de gıda maddelerinde kullanım oranı ise bazı verilere göre yüzde 30 ancak yüzde 50- 80’lere vardığı iddia ediliyor.


Nişasta bazlı şekerin çok düşük oranlarda olması gerekirken raflarda bulunan her üründe yüksek oranda bulunuyor. Bunun içindeki fruktozun zarar vermeyeceği söyleniyor.
Oysa tüm bilim adamlarının ortak olarak halka yaptıkları açıklamalarda söyledikleri tek şey fruktoz masum bir şeker cinsi değil. Kilo almaya, insülin direncini tetikleyerek şeker hastalığına yol açabiliyor. Bu nedenle marketten aldığınız her ürünün içinde şeker diliminin ne olduğunu inceleyin. Özellikle çocuklara yedirdiğiniz her gıdada buna dikkat edin. Yani onları ıvır zıvır gıdalardan uzak tutun. Mümkün olduğunca evinizde hazırladığınız yiyecekleri verin.


Nişasta bazlı şeker ‘doymayan şişmanlar’ yaratıyor

Kalp ve Damar Cerrahisi Bölüm Başkanı Prof. Dr. B. S., ”gıda üreticilerince şekerden daha ucuz olduğu için tercih edilen mısır şurubu şerbetinin, kalp ve damar sağlığını önemli ölçüde tehdit ettiğini” belirtti.


Prof. Dr. B. S, mısır şurubu şerbetinin, kalp ve damar sağlığı üzerindeki etkileriyle ilgili yaptığı yazılı açıklamada, şurubun, mısır nişastasının glukoz ve fruktoza dönüştürülmesiyle elde edildiğini ve şeker pancarından sağlanan şekerden hem daha tatlı hem de daha ucuz olduğunu ifade etti. Bir gün, mısır şurubunun bu özellikleriyle tatlı sektöründe imalatçılar tarafından tercih edildiğini aktardı.


Batılı ülkelerde mısır şurubu kullanımı için kotalar bulunduğunu, ABD’de yüzde 2, Almanya’da yüzde 8, Fransa’da yüzde 5 olan bu oranın, Türkiye’de yüzde 15 olduğunu vurgulayan Sönmez, mısır şurubunun, doymayan şişmanlar yarattığını kaydetti.
Şeker pancarından elde edilen çay şekerinin yüzde 50 glukoz ve yüzde 50 fruktozdan oluştuğunu, mısır şurubunda bu oranın fruktoz lehine artarak yüzde 80′i bulduğunu ifade eden Sönmez, glukoza göre daha kuvvetli bir tatlandırıcı olan fruktozun emilerek karaciğere geldikten sonra metabolize edilmek için insüline gerek duymadığını ve hızla trigliseride dönüşerek depo yağ haline geldiğini bildirdi.


Fazla fruktoz kullanılan hayvanlarda obezite, diyabet, kan yağları yüksekliği, karaciğer yağlanması, yüksek tansiyon ve koroner kalp hastalıklarının görüldüğüne işaret eden Sönmez, son 30 yılda şeker pancarından elde edilen şeker yerine mısır şurubu şerbeti kullanılmasının obezite ve buna bağlı hastalıkların salgın şeklinde ortaya çıkmasına neden olduğunu belirtti.

 

”nbsş” ve ”nbş” ibarelerine dikkat


Sönmez, obezite sonucu oluşan insülin direncinin de reaktif hipoglisemi ve açlık duygusuna neden olarak, sürekli yemek yiyen ve doymayan şişmanlar yarattığına işaret ederek, bisküvi, kolalı içecekler, şekerlemeler, çikolata, gofret, ucuz hamur işi tatlılar, hazır pasta ve keklerde şuursuzca mısır şurubu şerbeti kullanıldığını ve bilgi olarak sadece ”Nişasta Bazlı Sıvı Şeker” ifadesinin baş harfleri, ”NBSŞ’ hatta sadece ”NBŞ” ibaresinin bulunduğunu kaydetti.


Prof. Dr. Sönmez, ”Gıda üreticileri tarafından tatlandırıcı olarak kullanılan ve şeker pancarından elde edilen şekerden daha ucuz olduğu için tercih edilen mısır şurubu şerbeti, kalp ve damar sağlığını önemli ölçüde tehdit etmektedir” değerlendirmesinde bulundu.
Kimyasal tatlandırıcılardan aspartam ve sakarinin diyet kola, meyve suları, hamur işi tatlılar, şekerlemeler, dondurma, reçel, jöle, marmelat, reçel, helva, sütlü tatlılar gibi birçok yiyecekte kullanıldığını da bildiren Sönmez, şekerden 200 kat daha fazla tat veren aspartamın hipoglisemiye neden olduğunu vurguladı.

Prof. Dr. Sönmez, özellikle Çin lokantalarında lezzet ve iştahı arttırmak için kullanılan Mono Sodyum Glutamat (MSG) adlı tuzun, iştah ve doyma merkezini etkileyerek yenilen maddeden daha çok yenmesini sağladığına da dikkati çekerek, kalp sağlığının yanı sıra birçok rahatsızlığa neden olan MSG’li yiyeceklerden uzak durulması gerektiğini de kaydetti.

 

 “Nişasta bazlı şekerli ürün almayın obez olmayın”

Doymuş Yağ Oranı Patates cipsi kalp rahatsızlıkları, obezite ve kanser riskini artırıyor. Çocukların geleceğini karartıyor.


Dünya Sağlık Örgütü ile Amerikan Gıda ve İlaç Kurumu’na göre bir yetişkinin günde en fazla 6 gram tuz alması, 65 gram yağ tüketmesi gerekiyor. Yani günde 2 paket cips yiyen bir çocuk bu oranları fazlasıyla aşıyor!


Tüm çocukların bayıldığı patates cipsi, aslında bu minik vücutlar için zehirden farksız. Dünya Sağlık Örgütü ile Amerikan Gıda ve İlaç Kurumu’nun (FDA) verileri günde 2 paket cips yiyen bir çocuğun, bir yetişkinin bile almaması gereken oranda yağ ve tuz tükettiğini gösteriyor. Bu iki kurumun uzmanlarına göre, günde ortalama 2000 bin kalori alan bir yetişkinin en fazla 65 gram yağ tüketmesi gerekiyor. Üstelik bu toplam yağ miktarının içinde, kalbe zararlı olan doymuş yağ oranının 20 gramı aşmaması gerekiyor. “Sigara kadar tehlikeli olan” trans yağların ise hiç tüketilmemesi vurgulanıyor. Dünya Sağlık Örgütü uzmanları ayrıca bir yetişkinin günde en fazla 6 gram tuz alması gerektiğini söylüyor. Bu oran, çocuklarda 3 grama kadar iniyor.


Trans yağ deposu

Oysa çocuklarımızın tükettiği 100 gramlık bir paket patates cipsinde 25-33 gram arasında yağ bulunuyor. Türkiye’de satılan patates cipslerinin üzerinde belirtilmediği için hangi oranda doymuş ve trans yağ kullanıldığını öğrenemiyoruz. Ancak İngiliz Kalp Vakfı’nın (BHF) verilerine göre, 100 gramlık patates cipsindeki doymuş yağ oranı 10, trans yağ oranı ise 3 grama kadar çıkabiliyor. Tuz oranı da 3 grama kadar yükseliyor. Bir başka deyişle günde 100 gramlık iki paket cips yiyen bir çocuk, aslında bir yetişkin alması gereken yağ ve tuz oranını tüketmiş oluyor.

 

Kalp, felç, kanser riski


ABD’deki California Üniversitesi’nin araştırmasına göre de, doymuş yağ tüketimi günlük 20 gramı aştığında obezite riski yüzde 80 ve kalp rahatsızlıklarına yakalanma riski yüzde 60 yükseliyor. Trans yağ ise damarlarda tıkanmaya yol açarak kalp rahatsızlıklarına yakalanma riskini 2 kat artırıyor. “Tuza karşı mücadele” (WASH) adlı bir kampanya başlatan Dünya Sağlık Örgütü, “Tuz tüketimi 3 gramı aştığında kalp krizi ve felç riski iki kat artıyor” uyarısını yapıyor. Patates cipsinin yağda kızartılması sırasında ortaya çıkan “akrilamid” adlı maddenin kansere yol açtığına yönelik bilimsel tartışmalar sürüyor.

Cips yemek, yağ içmekten farksız


İngİlİz Kalp Sağlığı Vakfı (BHF) çocukların cip tüketimini azaltmak için “Cips yemek yağ içmekten farksızdır” sloganıyla bir kampanya başlattı. BHF’ye göre 35 gramlık cips paketinde 2.5 çay kaşığı yemeklik yağ kullanılıyor. Ülkede cipslerde kullanılan yağ ile günde iki Olimpik yüzme havuzu doldurulabiliyor. Dünyada her yıl 36 milyar paket patates cipsi satılıyor.


Gıdalardaki aşırı doymuş ve trans yağ oranı sigaradan daha zararlı
Hazır gıdalarda bulunan yüksek orandaki doymuş ve trans yağ; kolestrolü yüzde 73, kalp rahatsızlığı riskini yüzde 106, obezite riskini 5 kat artıyor, prostat kanserini tetikliyor. Araştırmalar, hazır gıdalardaki aşırı yağ oranının sigaradan daha zararlı olduğunu ortaya koyuyor.


Çevre ve Tüketici Haklarını Koruma Derneği (ÇETKODER), hazır cips ve fast food ürünlerde doymuş yağ ve trans yağ oranlarının çeşitli hastalıklara neden olduğu uyarısında bulundu. Hazır gıdalardaki yağ oranlarının halkın sağlığını tehdit ettiğini belirten ÇETKODER Genel Başkanı Mustafa Göktaş, obezite ve kalp hastalıklarının kapıda olduğuna dikkat çekti.


Birçok tüketime hazır gıdada doymuş yağ ve trans yağının yüksek miktarda bulunduğunu belirten Genel Başkan Mustafa Göktaş, "Fast food şirketleri, yanma özelliği düşük olan trans yağları kızartma için onlarca kez kullanabildikleri ve maliyeti düşürdükleri için bu yağları tercih ediyorlar. Mesela fritöz de trans yağ ile 15 kere patates kızartabiliyorsunuz" dedi.”

 

HK Üye değerlendirmesine devam…


Görüldüğü üzerine yapılan araştırmalar, edinilen bilgiler ışığında insanların vücutları, beyinleri ve cüzdanları bu şekilde sömürülmüştür. Ama en önemli sorulardan biri; insanlar bu kadar ayrıntıya evinden oturarak ulaşamaz, evlerinde deney gözlem yapamazlar. O zaman ülkemizde insan sağlığını düşünene birimler bu işin neresinde duruyorlar? Bu bilgileri yayınlayan ve bu kadar emek sarf eden insanların ne çıkarı olabilir? Bu çelişkilerin sonlanması için ülkemizin refahı ve Ortadoğu gücünden ziyade insan sağlığı düşünülmelidir. Herhangi bir ülkede toplatılan ve kullanımı yasaklanan ilaçların bizim ülkemizde yolculuğunun son bulması haberleri bizi asla korkutmadı her zaman üzdü, bu kadar mı değersiz insanlarız biz? Bu denli mi gereksiz yer kapsıyoruz bu dünyada da en zararlı ve en olmaması gereken dayatmalara biz maruz kalıyoruz? Yeri geldiğinde övünmesini bilen ülkemizin bu kadar değersiz kılındığını görmek üzücü. Bir insanın şişmanlaması başka bir insanın kazancına denk geliyorsa bin insanın şişmanlaması için o bir insan her şeyi yapabilir…


Bu dört gıdanın insanların üzerinde bıraktıkları etkilere bakıldığında genellikle kandırılmak istenen tuzaklar olduğunu görebiliyoruz. Tamamen etik anlayıştan uzak, insani vicdanın ötesinde kalınmışlık sezilmektedir. Bir insanı daha fazla yedirterek onu obez haline getirmek ve buradan rant kurmak ne kadar ahlaki bir tutum olabilir?

Bu Yazı (http://www.vucudunsifresi.com) dan alınmıştır.

 

 


Yazının kaynağı : http://www.oltulu.net
Oltulu - Sınırsız Bilgi Paylaşım Platformu