Ayasofya Efsaneleri

Doğu  Roma  ve Osmanlı  imparatorluklarının,  hem  yükseliş  hem  de  çöküş  dönemlerine tanıklık eden, tarihinin en önemli dini eserlerinden biri olan Ayasofya; gerek Bizans gerekse Türk  kaynaklı  pek  çok  efsaneye  konu  olmuştu.  Ancak  günümüzdeki  Ayasofya’nın,  burada yapılan ilk kilise olduğunu düşünmek bizi yanıltır. Tarihçi Sokrates’e göre 15 Şubat 360 tarihinde burada inşa edilen ilk kilise bir bazilikaydı ve eski  bir  Roma  tapınağı  üzerine  kurulmuştu. M.S.  4O4′te  yanan  bazilikanın  yerine  yapılan ikincisi, İmparator II. Theodosios döneminde 10 Ekim 415 yılında ibadete açıldı. 13 Ocak 532 yılındaki  ünlü  "Nika  İsyanı"nda  bütünüyle  yanan  kilisenin  yerine,  aynı yıl,  İmparator  I. Iustinianos’un  (Jüstin-yen)  emriyle  günümüze  kadar  ayakta  kalan  Ayasofya’nın  inşası başlatıldı. Tarihçi  Prokopios’a  göre, Miletoslu  Isidoros  ve  Trallesli Anthemios’un mimarlığını  yaptığı kilisenin  inşaatında; yüz ustabaşı, bin usta, on bin işçi çalışmış; Suriye, Mısır, Yunanistan ve Küçük  Asya’dan  gelen  gemiler  dolusu malzemeyle  Ayasofya’nın  inşaatı  5 yıl  10  ay  ve  24 günde bitirilmişti. 27 Aralık 537′deki açılış  törenine patrik Menas’la birlikte gelen  imparator, yapının  güzelliği  karşısında  şöyle  demekten  kendini  alamamıştı:  "Bana  böyle  bir  kiliseyi yaptırma şansı verdiği için Tann’ya şükürler olsun." Ayasofya  ile  ilgili  Bizans  efsanelerinden  birinde  ise,  bu  ünlü  mabedin  doğuşu  gelecek kuşaklara şöyle aktarılıyordu: "Iustinianos Ayasofya’yı  yaptırmak  için  en  ünlü mimarları  İstanbul’a  davet  etti,  yaptıracağı kilise için birer taslak çizmelerini istedi. Ancak çizilen hiçbir taslak imparatoru tatmin etmedi. Bir gece üzgün ve umutsuz uykuya dalan Iustinianos, bir rüya gördü. Ayasofya’nm kurulacağı arsada beliren nur yüzlü bir ihtiyar, sağına soluna bakınıyor, sonra da her köşede biraz durup bekliyordu. Nur yüzlü ihtiyarın yanına giden imparator, onun elindeki gümüş levhayı görünce şaşkınlığa düştü. Levhanın üzerinde çizili olan kilise resmi, onun hayalini kurduğu mabet idi. Hemen tanrıya dua etmeye başlayan Iustinianos’un yanına gelen garip ihtiyar, elindeki gümüş levhayı imparatora uzattı ve dedi ki ‘Al bu resmi Iustinianos, kiliseni bu örneğe göre yaptır!" Bizans  efsanesi  burada bitmez doğal  olarak.  İmparator,  sevinçle  tapınağın  adını  ne  koyması gerektiğini  sorunca,  "Ayasofya"  der  nur  yüzlü  garip  ihtiyar  ve  anında  kaybolur.  İmparator, sabahleyin kalkınca mimarını çağırır ve rüyasındaki mabedin resmini tarif ederek çizmelerini ister. Efsane  denilince  sonu mu  olurmuş? Mimarını  şaşırtmak  isteyen  Iustinianos, onlardan  aldığı cevap  karşısında  kendisi  şaşkınlığa  düşer.  Rüyasında  gördüğü  kilisenin tıpkı  çizimini kendisine uzatan mimar; o gece bir  rüya gördüğünü ve  rüyasında gördüğü kilisenin  resmini, unutmamak için sabaha kadar çalışıp kâğıda döktüğünü söyler. Ayasofya, işte bu  rüyalardaki kilisedir! İstanbul’un  Türkler  tarafından  fethinden  sonra  da  pek  çok  efsaneye  konu  olmuştu  bu  yüce mabet.  Evliya  Çelebi’nin  anlatılarına  göre, Hazreti Muhammed’in  doğduğu  gece  İstanbul’da büyük bir yersarsıntısı olmuş ve Ayasofya’nın kubbesi yıkılmıştı. Bir süre sonra, Buhayra adlı rahibin  aracılık  etmesiyle,  bir  rahipler  kurulu Mekke’ye  gitmiş,  o  zaman  henüz  küçük  bir çocuk olan Hazreti Muhammed’in ağız suyundan alıp, zemzem suyu da katarak Mekke toprağı ile bir harç yaparak  İstanbul’a geri dönmüşlerdi. Yıkılan kubbenin  tamiri, işte bu Mekke’den getirilen harçla mümkün olmuştu.
 
Bunu biliyor muydunuz?
 
Mimar  Sinan,  Selimiye  Camii’ni  inşa  ederken  Ayasofya  ile  yarışmış mıydı?  Daye-Zade Mustafa  Efendi’nin  1717 yılında  yazdığı  esere  göre,  Sinan;  yazdığı  bir  kitapta  (Bu  kitap bulunamamıştır),  Selimiye’nin  kubbesini  Ayasofya’nın  kubbesinden  dört  arşın  daha  büyük yaptığını  ifade etmişti. Ancak yapılan ölçümler, Selimiye’nin kubbe  çapının ortalama 31,305 metre, Ayasofya’nın kubbe çapının ise ortalama 33,8 metre olduğunu ortaya koymuştur. M.S. 537de  tamamlanan Ayasofya’nın kubbesi,  son kez 14.  yüzyılda olmak üzere, dört defa kısmen veya önemli ölçüde  çökmüş; her  seferinde onarılarak bugünkü haline ve boyutlarına ulaştırılmıştır. Bu yıkılmalara  neden  olarak,  ilk  kubbenin aşırı  yayvanlığı  nedeniyle  taşıyıcı filayaklarına  (filpaye)  yaptığı  basıncın  fazlalığının  yanı sıra,  kullanılan  harcın  çok  yavaş sertleşmesi ve payanda duvarlarının yetersizliği vb. gösterilmektedir. Bu etkiler, kubbe çapının büyümesine, dolayısıyla çatlayıp yıkılmasına neden olmuştur. Yapılan  basit  hesaplar,  Ayasofya’nın  kubbesinin,  bu  büyümelerden  önceki  çapının  31,612 metre olması gerektiğini göstermektedir. Bu çaptan doğan kubbe çevresi ise 99,31 metre veya 318 Bizans  ayağı uzunluğundadır. 318  sayısı  ise,  Latin  ebced  hesabıyla  Hz.  İsa’nın karşılığıdır.  Anlaşılan,  mimarlar  Anthemios  ve  Isidoros,  kubbenin  çapında  Hz.  İsa’yı sembolize etmek istemişler. Buna  karşılık  Selimiye’nin  kubbe  çapı  31,305  metredir;  Osmanlı  arşınında  24  adet  olarak bulunan  boğum  cinsinden  ifade  edildiğinde,  990  boğuma eşit  olduğu  görülür.  990  sayısı, Osmanlı ebced hesabıyla Hz. Ali’nin karşılığı olan 110 ve Allah’ın karşılığı olan 66 sayılarını içermektedir, zira 990un karşılığı 15×66 veya 9×110′dur. Sinan  gibi  bir  dâhinin,  Ayasofya’nın  kubbesinin  orijinal  çapını  hesaplayamamış  olması düşünülemez. Çünkü,  bu  amaçla  filayaklarının  düşeyden  yaptıkları  sapmayı  yerinde ölçerek bulması yeterli olurdu. Selimiye’nin kubbesinin, Ayasofya’nın kubbesinin orijinal çapına göre 31 cm. küçük olmasını Sinan’ın önemsemediği anlaşılıyor. Çünkü, bu önemsiz farkı isteseydi rahatça aşabilirdi. Hem aşmak hem de aynı zamanda Hz. Ali ile Allah’ı anabilmek için gerekli çap  ise, ancak 41,70 metre çapında bir kubbe yapmakla mümkün olabilirdi. Bu kadar büyük bir kubbe yapmamayı göze almasını doğal karşılamak gerekiyor. Mimar Sinan sadece Allah’ın adını anmakla yetinseydi, Ayasofya’nın bugünkü çapını rahatça geçmiş olacaktı. 16×66=1056 boğum veya metre cinsinden 33,34!

 


Yazının kaynağı : http://www.oltulu.net
Oltulu - Sınırsız Bilgi Paylaşım Platformu