Resimler Sadece üyeler görebilir!.. Bu siteye kısıtlamasız erişmek ve daha sonraki sayfalarda bu uyarı ile karşılaşmamak için şimdi üye olunuz veya daha önce üye olduysanız yan taraftaki giriş panelini kullanarak giriş yapınız.
Yeniçeriler - 1 :Kökenleri ve Geçirdiği Değişiklikler
Yeniçeriler Türk askeri tarihindeki en etkin savaş gücü olarak bilinir.Yeniçerilerin elit bir savaş gücü olmalarının yanısıra batılılar tarafından en iyi bilinen ve eleştirilen özellikleri kölelerden oluşturulmuş olmasıdır.Birçok Hristiyan ülke esirlerini basitçe öldürürken, Osmanlı devlet sistemi esirleri köleleştirip müslümanlığa geçmelerini sağlamaya çalışmıştır. Müslümanlaşan köleler ise daha sonraları imparatorluğun belli kademelerinde görev almışlardır. Yeniçeri ordusuna en büyük asker kaynaklarından bir diğeri de, yine Batılıların kabullenemediği devşirme sistemidir. Devşirme sistemi ile bir nevi devlet tarafından evlat edinilen Hristiyan ailelerin çocukları, müslümanlaştırıldıktan sonra, ya devlet kademelerinde yüksek makamlara yerleştirilmiş ya da elit askeri birlikleri oluşturmuşlardır. Ancak yeniçerileri bir köle ordusu olarak tanımlamak yanlıştır. Köle kelimesi yerine, Osmanlı sosyal hayatında 17. Y.Y. sonlarına kadar bir şeref kabul edilen "kul" sıfatının kullanılması daha doğru olur.
Yeniçeri Ocağının Kökenleri ve Geçirdiği Değişiklikler
Kuruluş dönemi Osmanlı ordusu göz önünde canlandırıldığında akla hemen süvari okçuları gelir. Ancak bu yanlış bir önyargıdır. Osmanlı ordusu o dönemde dağlarda ve ormanlık arazilerde de başarıyla savaşabilecek durumdaydı. 14. Y.Y. ortalarında donanmalarını da kurmalarıyla beraber artık deniz operasyonları ve amfibik operasyon yapma kabiliyetini de kazanmıştır. Piyade sınıfı çok etkin bir rol oynamasına rağmen, süvari sınıfı 18 Y.Y.'a kadar baskın bir unsur olarak yerini korumuştur. 14 Y.Y.'da Osmanlı piyade ve levendlerinin(deniz piyadesi) teşkilatlanmasında Bizans etkisi büyüktür. Dönemin en etkili Bizans birliği "mürtedler" denilen, bizans ordusuna katılan Türk savaş esirlerinden oluşan okçu birlikleriydi.
Yeniçeri ocağı Orhan Bey döneminde kurulmuştur. Orhan Bey'in askeri danışmanı Ali Paşa, sultanın bu yeni askerlerinin ordunun diğer birliklerinden kolay ayırt edilebilmesi için beyaz börk(başlık) giymeleri önerisinde bulundu. Ordu birlikleri o dönem kırmızı börk giymekteydi.
Yeniçeri ocağına savaşmak üzere alınan ilk esir askerler İpsala'nın fethi sırasında ele geçirilen Bizans esirleriydi. İlk Yeniçeri Ortaları(taburları) bu askerlerden kuruldu ve sultanın avlanmaya çıktığında yanına aldığı birliklere katıldı.
Yeniçeri ocağının bir numaralı asker kaynağı olan devşirme sistemi aslında ilk kez Bizanslılar tarafından, 11. Y.Y.'da Arnavutluk bölgesinden bazı çocukların devlet tarafından alınması sırasında kullanılmıştı. Osmanlı'da ise bu fikir 14. Y.Y.'da Kara Rüstem isimli alim tarafından ortaya atıldı. Devşirme kanunu gereği ihtiyaca göre üçbeş senede ve bazen daha da uzun bir sürede Hristiyanlardan sekiz ila on sekiz ve bazen yirmi yaş arasındaki sıhhatli ve kuvvetli çocuklardan Acemi Oğlanı alınmaya başladı. Bununla beraber 14-18 yaş arasındakiler tercih ediliyordu. Önceleri Rumeli'de Arnavutluk, Yunanistan, Adalar ve Bulgaristan'dan, daha sonra ise Sırbistan, Bosna-Hersek ve Macaristan'dan çocuk toplandı. Muhtelif hizmetlerde bulunan Acemilerin, Yeniçeri Ocağına kayıt ve kabullerine "Çıkma" veya "Kapıya Çıkma" (bedergâh) denirdi. Devşirme usûlü, kendi dönem ve zamanına göre iyi bir sonuç vermişti. Bu sonuç hem Osmanlılar, hem de çocuğu devşirilen aileler için faydalı olmuştu. Devlet bitip tükenmeyen savaşlarda duydugu asker ihtiyacı için Hristiyan vatandaşlarından istifade ediyordu. Böylece Müslüman Türk teba az1nlığa düşmüyordu. Aileler ise çocuklarını iyi bir geleceğin beklediğini biliyorlardı. Hatta çocuğunu devşirme olarak vermek için aileler yarışıyordu. Öyle ki Bosna müslüman tebaya sahip olmasına rağmen halkın isteği üzerine buradan da çocuklar devşirildi. Sistem Yeniçeri ocağı için hayati bir öneme sahipti ancak Fetret Devri sırasında uygulanmadı. 2. Murat devşirme sistemini yeniden canlandırdı ve Yeniçerileri doğu ve batıdaki operasyonlarda kullandı. Ondan sonra gelen Fatih Sultan Mehmet ise İstanbul'un fethinin ardından Yeniçerilerin ücretlerini arttırdı ve onları ordunun çekirdek brimi haline getirdi. 14. Y.Y.'da 1000'i geçmeyen yeniçerilerin sayısı, 1475 yılında 6000 idi. Sayıları Fatih döneminde 3 tümendi. Kanuni'nin fetihlerde kullandığı 87927 mevcutlu ordusunun 37627 askeri yeniçeri, süvari ve diğer istihkam sınıflarındandı. 1683 yılındaki başarısız Viyana kuşatması sonrası ele geçirilen Osmanlı belgeleri, kuşatma birliklerinin dörtte birinin yeniçerilerden oluştuğunu gösteriyordu. Sonraları bozgunlar arttıkça, yeniçeri sayısı azaltıldı. 18. Y.Y. ortalarında Osmanlı ordusunda 113400 yeniçeri vardı. Ancak bunların 12000'i bostancı, 50000'i levend, 3000'i Mısırlı yardımcı piyade ve 6000'i de diğer türde yardımcı kuvvetlerdi. Yani sadece 42400 normal yeniçeri savaşçısı vardı. Bu arada azap ve levend birliklerinin 18. Y.Y.'ın ortalarına kadar çok etkili deniz piyadesi birlikleri olduklarını söylemekte fayda var.Bu birlikler Orhan Bey döneminde Karesioğulları beyliğinin alınıp, donanmalarının ele geçirilmesiyle kurulmuş ve Osmanlı sahillerini Avrupa'dan gelen tehditlere karşı korumuşlardır.
Avrupa'da devletler ordularının efendisi konumundaydı.Osmanlıda ise sultan ordunun efendisiydi. Sultan elindeki köle kullarının üzerindeki efendiliği sayesinde orduya nüfuz ediyordu.Ancak 18. Y.Y.'a gelindiğinde artık ordu devamlı bozguna uğradığından yeniçeri ocağı eksilen mevcudunu yetersiz kimseler ile karşılama yoluna gitti. Ocak gittikçe siyasileşti ve devlet kararlarına hükmetmeye başladı. Böylece Ordu devletin efendisi konumuna geldi.Bu gidişe 15 Haziran 1826'da 2. Mahmut dur dedi ve yeniçeri ocağını kapattı.
Yeniçeriler - 2 : Asker Alımı ve Eğitim
Yeniçeri ocağının en önemli asker kaynağı olan devşirme sistemi, dönemin Hıristiyan dünyasında Hıristiyan nüfusun İslam dinine geçirilmesi sebebiyle hoş karşılanmadığı gibi, bazı Osmanlı alimleri tarafından da Sultanın gayri Müslim kullarına yapılan bir haksızlık olarak görülmekteydi. Devşirme sisteminin devlet tarafından dayandırıldığı en önemli noktalardan biri ise Hz. Muhammet tarafından söylenen: "Bütün insanlar Müslüman doğar" hadisiydi. Osmanlı devlet politikasının öncelikli amacı ilay-ı kelimetullah yani İslamiyet'in yayılması olduğu için, bu olay o kadar da aykırı gözükmemekteydi.
Devşirme sistemiyle, her beş senede bir Balkanlar genelinde çocuk toplama işlemi uygulanırdı. Her 40 evden 1 çocuk alınarak uygulanan prosedür sonucunda bir senede 1000 ila 3000 arasında yeniçeri adayı toplanırdı. Devamlı azalan insan kaynakları yüzünden 16. Y.Y.'da Müslümanlar da Yeniçeri Ocağı'na alınmaya başlandılar.
Devşirme sistemi, teslim şartlarında bu konuda anlaşmaya varılmış bazı yerlerde, büyük şehirlerde ve adalarda uygulanmazdı. Ayrıca Anadolu'daki Hıristiyan azınlık da devşirme kanununa tabiiydi. Çiftçi ailelerin 7-20 yaş arasındaki çocukları arasından seçim yapılırdı. Sağlıklı fakat eğitimsiz olmalarına dikkat edilirdi. Sistemden; tek çocuğu olan aileler ve Yahudiler muaf tutulurdu. Rumlar genelde muaf kaldılar çünkü çoğunlukla büyük şehirlerde ve adalarda yaşıyorlardı. Diğer muaf tutulan gruplar; madenciler ve hali hazırda yerel savunma ödevleri bulunan stratejik bölgelerde( sınır boyları, geçitler v.s.) yaşayan ailelerdi.
Bazı ailelerin çocuklarını bekleyen parlak kariyer için, çocuklarını gönüllü vermeleri hatta alınmayan çocuklarının alınması için rüşvet verdikleri kayıtlarda mevcuttur. Bu olay devşirme sistemini eleştirenler arasında halen şaşkınlık konusudur. Devşirme olarak alınan tek Müslüman tebaa olan Boşnak halkından alınan adaylar eğitim evresini atlayarak doğruca elit Bostancı birliklerine verilirlerdi.
Sultanın devşirme işleminin başlaması yönünde verdiği ferman ile, yayabaşı rütbesinde bir subay, yanında birkaç sürücü, bir sekreter ve üniformalarla belirlenen Hıristiyan bölgesine giderdi. Bölgede aranan şartlara uyan çocukların, vaftiz belgeleriyle beraber bir listesini bölge papazından temin ettikten sonra, iki ayrı liste çıkarılırdı. Bu listelerden teki bir sürücüye verilir ve bu sürücü çocukları İstanbul'a getirirdi. İçlerinden zeki olanlar "İç Oğlan" sıfatı ile Enderun Mektebinde özel bir eğitime tabi tutulurlardı ve geleceğin devlet adamları olarak yetiştirilirlerdi. Diğerleri ise "Acemi Oğlan" sıfatı ile eğitimlerinin ilk aşamasına başlamak üzere, yüksek kademeli kimselerin yanlarına yollanırdı. Çocukların seçimleri sırasında uzmanlar tarafından karakter testleri ve günümüz IQ testlerine denk testler uygulanırdı.
İç oğlanların eğitimleri Bursa, Edirne, Galata ve İstanbul'daki okullarda verilirdi. Burada kapı ağası gözetiminde 2-7 yıl arası çok sıkı disiplinle eğitime tabi tutulurlardı. İlk önce hocalar tarafından İslam üzerine eğitim alırlardı. Her çocuk yapısına ve karakterine uygun bir branşta uzmanlaştırılırdı. Bu branş; dini, askeri veya idari olabilirdi. Türk, Fars ve Arap edebiyatının yanı sıra, binicilik, mızrak kullanma, okçuluk, güreş, ağırlık kaldırma ve yetenekli olanlara müzik eğitimi verilirdi. Dürüstlük, sadakat, iyi ahlak ve kendini kontrol edebilme olguları her daim vurgulanırdı. Eğitimlerin sonunda "çıkma" adı altında bir seçme ve terfi süreci başlardı. En iyi olanlar derecelerine göre sarayın üst ve ast kademelerine, geri kalanlar ise kapıkulu süvari birliklerinde görevlendirilirdi.
İç oğlanların bu adeta şövalyevari eğitimlerine kıyasla, Acemi oğlanların eğitimleri ağırlıklı olarak askeriydi ve tamamen itaat üzerine kurulmuştu. Önce Türk oğlan adı altında Türk çiftçi ailelerin yanına çalışmaya verilirlerdi. Bu sırada İslam inancını ve temel Türk askeri sistemini öğrenir, bu alanda eğitilirlerdi. Yerlerine yerleştirilecek yeni adaylar geldiğinde Acemi ocağına gönderilirlerdi. Bazı Acemi oğlanlar eğitimlerini Paşaların konaklarında, Enderun Mektebi'ne benzer şekilde tamamlarlardı. En iyi Türk Oğlanlar, sıradan yeniçeri birlikleri yerine Bostancı ortalarına(taburlarına), Baltacı ortalarına veya denizci ortalarına gönderilirlerdi. Eğitimlerini tamamlayan yeniçeriler sınıflara ayrılırlardı. Cebeci(zırhçı), Topçu ve Top arabacısı sınıflarına girecek kadar kalifiye olmayan çoğunluk, yeniçeri piyadesi olurdu. Ayrıca bazı yeniçeriler, saray mutfağında veya tersanelerde de çalışırlardı.
Acemi oğlan eğitimleri sıkı disiplin içerisinde, kadınlardan izole edilmiş bir şekilde gerçekleşirdi. En son kapıya çıkma yani mezuniyet ve terfi töreni büyük bir dinsel hava içinde gerçekleştirilir ve yeniçeriler tek sıra halinde geçit töreni yaparlardı. Odabaşı önünde tek sıra halinde dururlardı. Burada kendilerine sertifikaları ve başlıları verilirdi. Akşam üzeri dualar okunur ve her asker dolamasını dolardı ve ocağın tam bir üyesi olurdu. Ayrıca yeni subayın elinin öpülmesi de adettendi. İlginçtir ki ocağa kabul edilen yeniçerilerin bir çoğu daha sonraları Hıristiyan aileleriyle görüşmüştür
Osmanlının yükseliş döneminde yeniçeri askeri çok çeşitli silahlar kullanmıştı. İstanbul Okmeydanı bir eğitim arazisiydi. Burada atıcılık, okçuluk, mızrak atma ve kılıç kullanma eğitimi alırlardı. Bir Fransız gözlemcisi, askerlerin çok uzaktaki hedefleri, tek elleriyle tuttukları silahlarla vurduğunu anlatmıştır. Osmanlı'nın düşmanları, yeniçeri atıcılarının ay ışığında bile isabetli atışlar yaptıklarını kaydetmişlerdir. Osmanlı ateşli silahlarının isabet oranı ve menzili, 17. Y.Y.'da bile Avusturyalıları etkilemişti.
Sonraları ocağa asker alımı tamamen değişmişti. 1568'de eskiden ocakta bulunmuş yeniçerilerin çocukları da ocağa alınmaya başlamış, 1582'de devşirme veya köle olmayanlar da ocağa alınmaya başlanmıştı. 16. Y.Y.'daki adayların çoğunluğu eski yeniçerilerin çocuklarıydı. 1594'de ocak bütün Müslüman gönüllülere açıldı. Devşirme sistemi 1648'de fiilen durduruldu ancak 1703'de başarısız bir devşirme girişimi yapıldı. Sonraları ana asker kaynağını Kırım Tatarları oluşturmaya başladı. Bu da 1783'de Kırım'ın Rusya tarafından ilhak edilmesiyle sona erdi.
Yeniçeriler - 3 : Osmanlı Askeri Teşkilatına Genel Bir Bakış
Osmanlı askeri teşkilatı Selçuklu, İlhanlı, Memluk askeri teşkilatlarıyla benzerlik gösterir. Beylik zamanında her bey beyliğine bağlı birlikleriyle birlikte savaşmıştır. Özellikle kale kuşatmalarında çoğunluğu süvari olan birlikler yarar gösteremeyince, hazır yaya ve atlı bir kuvvetin oluşturulması gerekmiştir. Gençlerden oluşan bu ordunun atsız askerlerine "yaya", atlılara ise "müsellem" denmiştir. Teşkilat fikri ilk olarak Çandarlı Halil Paşa ve Alaaddin Paşalar tarafından ortaya atılmıştır. Bu fikirler doğrultusunda önce biner kişilik birlikler kuruldu, bunlara 2'şer akça gündelik verilmesi kararlaştırıldı. Barış zamanı kendilerine verilen topraklarda tarım yapacak ve vergiden muaf tutulacaklardı.
Yaya askerler 10'ar kişilik mangalar, 100'er kişilik bölükler ve 1000'er kişilik taburlar halinde organize olmuşlardı. Bu birliklerden mangaların başında onbaşı, bölüklerin başında yüzbaşı ve taburların başında binbaşı rütbesinde subaylar vardı.
Müsellem(atlı) askerlerden her 30 tanesinden de bir ocak meydana gelirdi. Kapıkulu ocaklarının kurulmasına kadar savaşlarda bu ocaklar kullanıldı. Sonraları ise Rumeli'de Yürükler, Canbazlar ve Tatarlar'ın katılımıyla ordunun geri işlerinin yürüten bir sınıf oluşturdular. Başlıca görevler
, yol yapımı, kale tamiri, hendek kazımı v.s. idi.
Bu ilk dönem ordu teşkilatı hakkındaki bilgilerin ardından 14. Y.Y. itibariyle Osmanlı askeri sistemindeki teşkilat anlayışına göz atabiliriz.
14., 15., 16. yüzyıllarda Osmanlı askeri teşkilatı üç ana kategoriye ayrılıyordu. Bunlar kapıkulu askerleri, eyalet askerleri ve donanma idi.
Kapıkulu Askerleri:
Osmanlı Rumeli'ye doğru genişlemeye başlayınca daha fazla askere ihtiyaç duyulmuştur. Müslüman nüfusun bu asker ihtiyacını karşılayamayacağı öngörülerek yeni bir sistem uygulamaya konulmuştur. Bu sistem daha önceden açıkladığımız Devşirme sistemidir. Devşirme sistemi Kapıkulu ocağının çekirdeğini oluşturmuştur.
Kapıkulu ocağı 6 kısımdan oluşmaktaydı:
1) Acemi Ocağı: Daha önce de açıkladığımız, yeniçeri ocağına asker yetiştirmek üzere kurulan acemi ocağı ilk kez Gelibolu'da vücuda getirilmiştir. Acemi oğlanı iki şekilde alınırdı. Savaşta ele geçirilen esirlerin 5'te biri( Pençik kanunu uyarınca) ve Osmanlı içerisindeki gayri Müslim tebaanın çocukları arasından.
Pençik kanununa göre alınanlara Pençik oğlan denirdi. Bu kanun uyarınca savaşlarda ele geçirilen 10 ila 17 yaşları arasındaki vücutça kusursuz çocuklar devlet tarafında 300 akça karşılığında satın alınırdı. Bu çocuklar Anadolu'ya çiftçi ailelerin yanına verilirler ve burada Türkçe öğrenirlerdi. Belli bir zaman sonra buradan alınan çocuklara Yeniçeri ocağına kaydedilirlerdi.
Gayri Müslim tebaa arasından çocuk toplanma işi ise devşirme sistemiydi. Bu sistemi daha önce detaylıca açıkladığımız için tekrar etmeyeceğim. Ancak birkaç devşirme ile ilgili birkaç kanuna değinmekte fayda var. Devşirilen çocukların soylu ailelerden olmalarına özen gösterilirdi. Türkçe bilenler, kel, kısa veya uzun boylu olanlar devşirilmezdi. Seçilen çocuklar İstanbul'a geldikten 2-3 gün sonra sağ ellerinin baş parmaklarını kaldırarak Kelime-i Şahadet getirilerdi. Eşkal defterine kaydedilen çocuklar sünnet edilirdi. Daha sonra bir kısmı saraya, bir kısmı bostancı ocağına ve bir kısmı da Türk köylülerine verilirdi.
2) Yeniçeri Ocağı: Yeniçeri ocağının örgütlenmesi hakkında detaylı bilgi için lütfen bir sonraki makaleye bakınız.
3) Cebeci Ocağı: Yeniçerilere ait ok, yay, kılıç, tüfek, kazma, kürek, barut, kurşun, zırh, tolga, harbe ve bu tip savaş aletlerini tedarik etmekle görevliydiler. Savaş zamanı yeniçerilere silahları dağıtırlar ve savaş sonunda bunları toplayıp tamir eder ve saklarlardı. Cebeci ocağının başında Cebecibaşı vardı. Ondan sonra en kıdemli kişi Ocak Kethüdası idi. Cebecilerin içerisinde yer alan lağımcı ve humbaracı birlikleri, günümüz istihkam savaş birliklerinin o dönemki haliydiler. Bunlar özellikle kuşatmalarda hünerlerini ortaya koyarlardı. 16. Y.Y. ortalarında mevcutları 500 kadardı. Bunların efradı acemi ocağından tedarik edilirdi.
4) Topçu Ocağı: Kapıkulu ocaklarının yay kısmına mensup bu ocak, top dökmek, top mermisi yakmak ve top kullanmak ile görevliydi. Osmanlı ordusunda ilk top 1389 yılında 1. Murat zamanında Kosova'da kullanılmıştır. Yıldırım Beyazıt döneminde de top kullanılmasına rağmen ocak Fatih döneminde gelişmiştir. Toplar sadece devlet merkezinde dökülmez, kuşatılan kalelerin yakınlarına da dökülürdü. Bu ocağın lideri Topçubaşı,ondan sonra kethüda ve dökücübaşı gelir. 16. Y.Y. başlarında 1200 mevcudu vardı. Efradı acemi ocağından temin edilirdi.
5) Top Arabacıları Ocağı: Osmanlı'nın ilk devirlerinde toplar genelde deve, katır ve beygirler ile çekilirlerdi. Ancak 15. Y.Y.'da topçuluğun gelişmesiyle daha büyük toplar dökülmeye başlandı. Bu toplar savaşa araba ile yasak kelimeürülmeye başlandı. Böylece top arabacıları sınıfı kuruldu. Bu ocağın lider Arabacıbaşı idi. Bu ocağın askerleri acemi ocağından alınırdı.
6) Kapıkulu Süvarileri: Bunlar Enderun'dan, dış saray içoğlanlarından ve yeniçeri ocağından terfi ettirilerek meydana getirilmiştir. Yeniçeri ocağından buraya terfi edenler "bölüğe çıkmış" sayılırlardı. Türk olan Tımarlı sipahilerden ayırt edilmesi için "kapıkulu süvarisi", "bölük halkı" veya "sipah" diye anılırlardı.
Bu ocağın en itibarlısı Sipah Bölüğü(kırmızı bayrak) idi. Buraya önceleri kumandan ve devlet adamlarının çocukları alınırdı. 1. Murat zamanında bu bölük "sipah" ve "silahdar" adıyla 2 bölüğe ayrılmış ve bunlara sonradan sağ ve sol ulufeci(Ulufeciyan-ı yemin ve Ulufeciyan-ı yesar) ile sağ ve sol garibler(Guraba-i yemin ve Guraba-i yesar) isminde 4 bölük daha eklenmiştir. Silahdar bölüğü(sarı bayrak) önceleri Harem-i Humayun?dan alınan iç oğlanları ile oluşturulurdu. Sonradan buraya "Veledeş" denilen süvari çocukları da alınmaya başlandı.
Savaşta padişahın sağında sipahlar, solunda silahdarlar; sipahın sağında sağ ulufeciler, silahdarların solunda sol ulufeciler yürür; bunların sağında sağ garipler, solunda sol garipler bulunurdu.
Sipah ve silahdarlar padişah çadırını korurlardı. Ulufeciler savaş ve konak yerlerinde saltanat sancağını, garibler ise ordu ve hazine ağırlıklarını korurlardı. Ayrıca sipah bölükleri, yol üzerinde orduya yol gösterecek işaretler bırakırlar ve cephede siper kazdırırlardı.
Kapıkulu süvarileri İstanbul'da oturmaz, Edirne ve Bursa'da oturur ve seferde orduya buralardan katılırlardı.
Eyalet Askerleri:
Bunlara Yerlikulu Piyadesi de denirdi. İlk zamanlarda tımarlı sipahi, azap ve akıncılardan meydana gelirken, 15. Y.Y. ortalarından 16. Y.Y. ortalarına kadar tımarlı sipahi, yaya, müsellem, cerahor, canbaz, tatarlar, akıncılar, Yörükler, deliler, azablar, gönüllü ve beşlilerden oluşmuştu.
1) Timarlı Sipahiler: Osmanlı'nın en önemli askeri gücü ve imparatorluk haline gelmesinde başrolü oynayan askeri teşkilatıdır. Halk kendisine bırakılmış toprak karşılığında, devletin muhafazasını üstlenmiş olmaktaydı.
Tımarlı sipahi, toprağı üzerinde yaşayan köylünün vergisini toplar ve bunları askeri harcamalarında kullanırdı. Sipahi yanına savaşmak üzere Anadolu gençlerinden oluşan cebelüler alabilirdi. Ayrıca savaşta ele geçirdiği esirlerden de cebelü olarak faydalanabilirdi. Cebelünün tüm masrafı toprak sahibine aitti. Sipahi kendi bölgesinde veya bağlı bulunduğu sancak dahilinde oturmak zorundaydı.
Timarli sipahiler her sancakta bölüklere ayrılırlardı. Her bölükte subaşı, bayraktar ve çavuşları vardı. Her on bölük(1000 kişi) bir alaybeyinin kumandası altında bulunurdu. Alaybeyleri sancakbeyerinin, onlarda eyalet valisinin komutasında savaşa giderlerdi.
Savaşta ölen sipahilerin çocuklarına devlet tarafından maaş bağlanırdı.
16. Y.Y. sonlarına kadar çok etkili olan bu kurum, bu dönemden itibaren yozlaşmış ve faydasız bir hal almıştır.
2) Geri Hizmet Birlikleri: Osmanlı'nın ilk muntazam askeri kuvvetleri olan yaya ve müsellemler 15. Y.Y. itibariyle geri hizmete alınmışlardır. Bunlar savaşta yol açmak, siper kazmak, top çekmek, gülle ve ağırlık nakletmek gibi vazifeler görürlerdi. Barış zamanı ise kale tamiri, maden ve tersanelerde çalışırlardı. 16. Y.Y. sonlarında bu birlikler kaldırılmıştır.
3) Öncü Kuvvetler: Bunlar genelde süvari olup, akıncılar, deliler, gönüllüler, ve beşliler ocaklarından meydana gelmiştir.
Akıncılar hafif süvari birlikleriydiler. Tamamen Türklerden oluşmakta ve muhtelif uç bölgelerde bulunmaktaydılar. Her birliğin kendi akıncı beyi vardı. Bu beylerden en meşhurları Arnavutluk ve Dalmaçya taraflarında Evranosoğulları, Bosna, Semendire, Sırbistan ve daha sonra Macaristan taraflarında Mihaloğulları, Silistire tarafında Malkoçoğulları ve Mora bölgesinde Turahanoğulları idi.
Akıncıların görevleri genel itibariyle keşif yapmaktı. Ordunun geçeceği yolları belirleyip, nehirler üzerine köprü kurar, tarım bölgelerindeki yiyecek maddelerini güvence altına alırlardı. Düşman esirleri ele geçirip, düşman kuvvetleri hakkında bilgi alırlardı. Ayrıca düşmana sürpriz taarruzlar yapar ve düşmanın yiyecek ve içeceğini tahrip edip düşman moralini bozarlardı Hafif süvari kuvveti oldukları için düşman memleketleri içlerine kadar girerlerdi. Fatih döneminde Venediklilerle yapılan savaş esnasında yapılan Kripoli akınında Venedik şehri önünde görülmeleri buna bir örnektir.
Deliler de hafif süvari tarzında sınır boylarında bulunan birliklerdi. Düşmana korkusuzca saldırdıkları ve gözlerini budaktan esirgemedikleri için bunlara deliler denirdi. Sancakbeyi veya beylerbeyi komutasında savaşırlardı. Çoğunluğu Türk olup, Boşnak, Hırvat ve Sırplardan da ocağa adam alınırdı.
Bunların kafalarında benekli sırtlan derisinden yapılmış ve üzerine kartal kanatları takılmış bir başlık bulunurdu. Üzerlerinde ise kurt veya ayı postundan yapılmış, tüyleri dışarıda şalvar bulunurdu. Ocak mevcudu en fazla 10 bin olarak bilinmekteydi.
Gönüllüler ise sınır şehir ve kasabalarını muhafaza eden süvari birlikleriydi. Hudut ahalisinden teşkil edilirlerdi. Sağ ve sol gönüllüler olarak 2 kısma ayrılırlardı.
Beşliler ise her beş aileden bir kişi alınarak kurulmuş hafif süvari birlikleriydi. Bunların görevi kale ve palangaları korumaktı. Gerektiğinde akınlara da katılırlardı.
4) Kale Kuvvetleri: Farisanlar, topçu, cebeci, lağımcı ve martalos ve yaya sınıfından azablar bu teşkilatı oluştururlar.
Piyade sınıfına mensup azablar yeniçerilerin önünde buluburlar ve ilk hücumu karşılarlardı. Daha sonra kale savunması için kale azabları da teşkil edilmiştir. Azab(kelime manası: bekar, evli olmayan erkek) kuvvetleri Anadolu'dan güçlü kuvvetli gençler arasında seçilirdi. Kuruluşlarında 15 bin kişilik mevcutları sonradan artmıştır. Ayrıca piyade sınıfından donanmaya alınan azablar da vardır. Bunlar kalyon devrine kadar donanmanın esasını teşkil etmişlerdir.
Farisanlar ise atlı sınıftandı ve önemlerine göre üçe ayrılırlardı: Farisan-ı evvel, Farisan-ı sani, Farisan-ı salis.
Bunlar birinci ve ikinci ağa adı verilen iki ağaya tabii idiler.
Donanma:
Osmanlı donanması bünyesindeki başlıca piyade birliği Levendlerdi. Bunlar günümüz deniz piyadelerinin o dönemdeki karşılıklarıydı. Bunların görevi herhangi bir yere yapılan deniz taarruzunda ilk dalga olarak karaya çıkmak ve diğer kara birliklerinin çıkmalarına imkan verecek bir kıyı başı tutmaktı. Ayrıca düşman gemilere bordalama görevini de yerine getirirlerdi. Düşman gemilerinin savaş sırasında halatlarla yaklaştırılıp, gemiye levendlerin gönderilmesi ve gemiyi ele geçirmeleri taktiğine bordalama denirdi.
Yeniçeriler - 4 : Yeniçeri Ocağı'nın Teşkilatlanması
Osmanlı ordu teşkilatını genel olarak inceledikten sonra Yeniçeri Ocağı'nın kendi iç yapısını daha detaylı inceleyebiliriz.
Yeniçeri Ocağı kendi içinde 3 bölüme ayrılırdı. Bunlar Cemaat ortaları(taburları), Sekban ve Ağa bölükleri idi.
Cemaat Ortaları: Ocağın ilk kurulan bölümüdür. Önceleri her yüz asker bir orta oluşturur, başlarında da yayabaşı denen komutanlar bulunurdu. Ortalardaki asker sayısı 17.-18. yüzyıllarda artmışsa da, toplam orta sayısı 101 olarak kalmıştır. Bu ortalar diğer (Ağa ve Sekban) ortalarına göre imtiyazlı idiler. En önemli hudut kalelerine muhafız olarak bu ortalar gönderilirdi.
Bilinen Cemaat Ortaları şunlardır:
1. Kul kahyası tarafından komuta edilen Deveciler. (Sultan da 1. Orta'ya bir asker olarak kayıtlıdır.)
2. Deveci
3. Deveci
4. Deveci
14. Haseki(muhafız)
17. Çergiciler(Çadır dikiciler. Bunların çadırları sefer sırasında sultanın çadırının karşısında bulunurdu.)
28. Okçular
35. Sekban avcıları
60. Solaklar(İmparatorluk muhafızları)
61. Solaklar
62. Solaklar
63. Solaklar
64. Zağarcılar(Sultanın av birliklerindendir. Mızraklı süvarilerden oluşur.)
65. Zağarcılar
71. Samsuncular(Sultanın av birliklerindendir.)
73. Turnacılar(Sultanın av birliklerindendir)
94. (Orta imamı tarafından kumanda edilirdi.)
99. (Bektaşi şeyhi tarafından kumanda edilirdi.)
101. (Beytülmalcı(yeniçeri hazinecisi) tarafından kumanda edilirdi.)
Sekban Bölükleri: Fatih Sultan Mehmed'in 1451'deki Karaman seferi sırasında yeniçerilerin buyruklarına karşı çıkması üzerine kendine bağlı askerlerden oluşturduğu birlik olarak ortaya çıktı. Toplam 35 ortadan oluşan sekbanlar daha sonraları tek bir orta sayıldı ve Yeniçeri Ocağı'nın 65. ortası olarak adlandırıldı.
Bilinen Sekban Ortaları:
18. Katipler. (Sekban bölükleri Yeniçeri Ocağına bağlanmadan önce katiplik yaptıkları için bu isimle adlandırılmışlardır.)
20. Kahya Sekban Ortası diye bilinir.
33. Avcılar.(Avcubaşı tarafından kumanda edilirdi. Karadeniz kıyılarına konuşlanmışlardır. Boğaz girişinin güvenliğinden sorumlu oldukları sanılmaktadır.)
Ağa Bölükleri: II. Bayezid'in tahta çıkışı (1481)sırasında sekbanların ayaklanmaya kalkışması sonucunda kuruldu. Padişaha bağlı askerlerden oluşturulan ağa bölüklerinin sayısı 61 idi. Kanuni Sultan Süleyman döneminden (1520-1566) başlayarak padişahlar da birinci ağa bölüğünün askeri sayıldı.
Bilinen Ağa Bölüğü Ortaları:
5. Başçavuş tarafından idare edilirdi.
19. Bekçiler (Günümüz askeri polisinin yaptığı görevi yapardı.)
28. Muhzır Ağa tarafından idare edilirdi.(Yeniçeri Ağası'nın muhafızları da bu ortadan seçilirdi.)
32. Kahya Vekili tarafından idare edilirdi.
54. Talimhaneci tarafından idare edilirdi.
56. Haliç civarında konuşlanmış polis birliği.
Yeniçeri Ocağı içerisinde 196 orta bulunmaktaydı. Bunun 101 tanesi Cemaat, 61 tanesi Ağa bölükleri ve 34 tanesi de Sekban bölüklerine bağlıydı.
Resimler Sadece üyeler görebilir!.. Bu siteye kısıtlamasız erişmek ve daha sonraki sayfalarda bu uyarı ile karşılaşmamak için şimdi üye olunuz veya daha önce üye olduysanız yan taraftaki giriş panelini kullanarak giriş yapınız.
Yeniçeri ortalarının amblemleri.1-101 arası amblemler Cemaat Ortalarını, 2B-58B arasındakiler de Ağa bölüklerini ifade etmektedir.
Yeniçeri Ocağı'nın Rütbe Yapısı:
Yeniçeri ocağının rütbe yapısı, modern orduların rütbe yapılarına göre oldukça karmaşıktır.
Ocak bünyesindeki 196 ortanın hepsi Yeniçeri Ağası'na bağlıdır. Ayrıca Ağa, padişahın bulunmadığı durumlarda Başkomutan vekili olur.
Diğer Genelkurmay subaylarından Sekbanbaşı ve Kul Kahyasıdır. Bunların İkisi de Yeniçeri Ağa'sının yaveridir. Ayrıca İstanbul Ağası(İstanbul'daki tüm acemi oğlanların ve garnizonların komutanı), Ocak İmamı, Solakbaşı, Beytülmalcı(Yeniçeri Ocağı mali sorumlusu), Muhzır Ağa, Kahya Yaveri, Talimhanecibaşı, Azarbaşı(Hapishane ve ceza infaz sorumlusu) diğer Genelkurmay subayları arasındadırlar.
Rumeli Ağası, Anadolu Ağası ve Gelibolu Ağası bu bölgelerden devşirme çalışmaları yapmak ve bu bölgelerdeki ortaları yönetmekle görevlidirler. Ayrıca yeniçerilerin çocuklarını eğitmek üzere Kuloğlu Başçavuşu görevlendirilmiştir.
Ortaların kendi içindeki komuta yapısı Orta Asya geleneklerine göre düzenlenmiştir. Liderin adamlarını beslediği bir gelenekten gelen yeniçeri sisteminde orta içerisindeki rütbeler Çorbacı(albay) ile başlar. Ondan sonra Aşçı Usta gelir ve Aşçı Usta komutası altında 1 veya 2 tane daha Aşçı rütbesinde astsubay ve Başkarakullukçu(Başçavuş) bulunur. Orta içerisinde askeri terimi çağrıştıran tek rütbeye sahip olan kişi Bayraktar'dır. Orta sancağından sorumludur. Orta içerisinde yardımcı görevlerde bulunan diğer görevliler; Odabaşı(kışla sorumlusu), Vekilharç(levazımcı), Sakabaşı( su tedarikçisi) ve İmam'dır.
Bunların orta içerisindeki yetki sıraları tam bilinmemekle beraber, Sakabaşı en düşük rütbe olacak şekilde, Baş Karakullukçu, Aşçı Usta, İmam, Bayraktar, Vekilharç, Odabaşı ve en yüksek rütbe olarak Çorbacıbaşı şeklinde olduğu zannedilmektedir.
Rütbesiz askerler olan Yeniçeri "Nefer"i de kendi içinde 3 seviyeye ayrılır. Bunlardan en alt seviyedeki Eşkincilerdir. Eşkinciler yeni askerlere verilen isimdir. Amelimanda, savaş görmüş gazilere verilen idimdir. Oturak ise en üst seviyedir. Oturaklardan sefere çıkmaları istenmez. Ayrıca ticaret yapmalarına da izin verilir.
Sancaklar ve Semboller :
Resimler Sadece üyeler görebilir!.. Bu siteye kısıtlamasız erişmek ve daha sonraki sayfalarda bu uyarı ile karşılaşmamak için şimdi üye olunuz veya daha önce üye olduysanız yan taraftaki giriş panelini kullanarak giriş yapınız.
A,B ve C)At kuyruğundan yapılmış tuğ figürleri, D ve E) Alem figürleri, F ve G)Birlik sancağı, H)Birlik forsu, I)Savaş Sancağı, J)Eyalet Sancağı, K)Savaş Sancağı, L)Kumandan Sancağı
Yeniçeri Ocağı'nın kendine ait bir sancak ve sembol sistemi vardı. Avrupa ordularından tamamen farklıydı.
Orhan Bey, Yeniçeri Ocağı kurulduğunda ocağa üzerinde hilal olan kırmızı bir sancak vermişti. İstanbul'un fethinden sonra ise bu sancağa bir yıldız eklenmiş ve modern Türk bayrağı ortaya çıkmıştır. Yeniçeri sancakları üzerinde güneş, yıldızlar, hançer gibi semboller veya Zülfikar gibi dini semboller bulunurdu. Tuğ ise en ayırt edici ve kutsal objeydi ve bunu taşıyan birlik normal ordudan 1 günlük mesafe önde ilerlerdi.
Ocağın sembolleri arasında belki de en çok göze batan "kazan" sembolüydü. Kazan her ortada bulunan ve yemeklerin piştiği kaptı. Yemek saatleri askerler kazanın etrafına toplanırlardı. Geçit törenlerinde ortalar kazanlarıyla beraber geçit töreni yaparlardı. Kazan taşınma törenlerinde tam bir sessizlik olurdu. Ayrıca savaşta ortaya ait kazan, bir geri çekilme noktası olarak da görev yapardı. Eğer bir orta kazanını kaybederse, subayları ve neferleri ile ayıplanırdı ve bu ortaya bir daha kazan taşıma törenine katılma izni verilmezdi.
Yeniçeriler - 5 : Üniforma ve Silahlar
Yeniçeri kıyafetleri çoğunlukla yünlü giysilerdi. Kafalarına giydikleri börk ve üsküfler en dikkat çekici aksesuarlarıydı. Bu başlıkların ön tarafına küçük tahtadan bir kaşık iliştirilmişti. Bu, Yeniçeri Ocağı'nın yemekle ilgili sembollerinden biriydi. Subayların yelekleri genelde kürklü olurdu. Sarı çizme giyen subaylar ve ayrıcalıklı birlikler dışında, Yeniçeri askerleri kırmızı deriden çizmeler giyerlerdi. Kemerler ve kuşaklar rütbe sembolleriydi. Bostancı Ocağı'nın 9 rütbe seviyesinin hepsinin ayrı kuşak renkleri vardı. En yüksek seviye olan 1. seviye mavi, 2 beyaz, 3 sarı, 4 mavi ve beyaz, 5 beyaz kumaş, 6 beyaz ipek, 7 siyah kumaş, 8 ve 9 ise düz siyah kuşaklar giyerlerdi.
Osmanlı ordusu silah ihtiyacının büyük kısmını Avrupa'dan alırdı. Her ne kadar Vatikan bu ticareti durdurmak istemişse de Protestan İngiltere ve Hollanda bu ticarete devam etmişlerdir. Osmanlı da karşılığında yüksek kaliteli silah namluları satmıştır.
Yeniçeriler barış zamanı silahsızlandırılırlardı. Sefer hazırlıklarında ise Cebehane'den(Silah deposu) istedikleri silahı alırlardı.
Osmanlı ordusunda başlarda kılıç kullanımı pek yaygın değildi. Daha çok mızrak çeşitleri kullanılıyordu. Ancak yine de Osmanlı kılıçları kendilerine hastılar. Genelde Pers ve İslam geleneğini yansıtan kılıçlar kullanılırdı. Avrupa ordularının aksine Osmanlı kılıçları düz değil hafif eğimliydi. Ancak acemi kılıcı denilen kılıçlar düz yapıdaydılar. Gaddar denilen kılıçlar geniş ve hafif eğimliydiler. Bunlar Pers kökenliydiler. Genelde Levendlerin kullandıkları yatağanların ve düz palaların kökenleri tam bilinmemektedir. Meç, batılı silahlardan esinlenilerek kullanılmıştır. Kesici değil delici bir silahtır. Sadece denizciler ve Macaristan'daki birlikler tarafından kullanılmıştır. Gürz, şepşer, koçbaşı ve teber de yine popüler silahlardandı. Osmanlı ordusu saplı silahlardan da kullanmıştı. Bunlardan en çok bilinenleri harba, tırpan, zıpkın ve balta idi. Bu silahların kullanımının Cenova ve Venedik kolonilerinden öğrenildiği düşünülmektedir ancak Osmanlının ürettiği saplı silahlar daha çok Rusların kullandıklarına benzer.
Yeniçeri ortaları genelde piyade okçularından oluşuyordu ancak sonradan barutlu silahlarla silahlanmaya başladılar. Ancak ok ve yay her zaman ocak için önemli birer sembol olarak korundu. Yeniçerilerin tatar yayı(crossbow) kullanmış oldukları pek bilinmez. Ancak çanra adı altında bu silahın kullanılmış olduğu ortaya çıkmıştır. Yeniçerilerin barutlu silahları kullanmaları Batılıların dikkatini çeken şeydi. Her ne kadar başlarda Yeniçeriler bu pis silahların, temiz görünüşlerini bozduğunu düşünüp istememişlerse de Macaristan Seferi'nde bu silahların etkisini görmüş ve bu silahları kabullenmişlerdir.
Avrupa çakmaklı tüfekler kullanırken Osmanlı ordusu bunları kullanmamıştır. Çünkü çakmaklı tüfekler doğunun tozlu savaş alanlarında hiç kullanışlı değildi. Kolay temizlenen çakmaklı tüfekler 17. Y.Y.'da ortaya çıkana kadar Osmanlı ordusu kendi eski tüfeklerini kullanmıştır. 1645-1669 Girit Seferi'nden sonra tabancalar da kullanılmaya başlanmıştır.
1770 yılında Baron de Tott isimli Macar asıllı Fransız, Osmanlı Ordusu'nu modernleştirmek için davet edilmişti. Beraberinde getirdiği "süngü"yü Yeniçerilere tanıttı. Ancak Yeniçeriler süngüyü kabullenemediler. Çünkü süngü, bireysel savaşan Yeniçeri savaşçısının aksine, mızrak gibi, daha organize ve birliktelik içinde savaşıldığı zaman kullanışlı oluyordu. Yeniçeriler bunu şöyle görmüş olabilirler "savaşçı gibi değil de, robot gibi savaşmak."
Resimler Sadece üyeler görebilir!.. Bu siteye kısıtlamasız erişmek ve daha sonraki sayfalarda bu uyarı ile karşılaşmamak için şimdi üye olunuz veya daha önce üye olduysanız yan taraftaki giriş panelini kullanarak giriş yapınız.
(A-B) 16. Y.Y. Türk piyade zırhı. (C) Osmanlı külah miğferli tam piyade zırhı (D) Kolluk (E) Omuz ve boyun muhafazası (F) Kıncal(Kafkas hançeri) (G) Şimşir (H) Yatağan (I) Türk eski tüfeği (J) Kafkasya çakmaklı tüfeği (K) Türk çakmaklı tüfeği (L) Türk çakmaklı tabanca (M) Arnavut çakmaklı tabanca (N) Kapsül haznesi (O)Barut kabı (P) Türk barut kabı (Q) Savaş Baltası (R) Tören baltası (S) Tırpan (T) Nacak (U) Bıçak (V) Arnavut hançeri
Yeniçeriler - 6 : Strateji ve Savaş Taktikleri
Osmanlı İmparatorluğu'nun erken dönem zaferlerinde süvari kuvvetinin büyük bir önemi vardı. Ancak Çanakkale üzerinden Trakya'ya yapılan seferlerde ve bundan sonraki operasyonlarda piyade gücü büyük rol oynadı. Osmanlı Ordusu kendine has çok başarılı bir stratejik planlama, hazırlık ve hareket sistemi geliştirmişti. Operasyonlar kış aylarında planlanıyordu ve Ağustos-Eylül döneminde icra ediliyorlardı. Askeri planlama heyeti eski askerlere ve operasyon kayıtlarına başvuruyorlardı. Operasyon öncesi harekat bölgesine yüksek miktarda erzak yığınağı yapılıyordu. Yeniçerilerin kendi yedek erzakları olan peksimetleri vardı.(Peksimet Osmanlı Ordusu tarafından 1. Dünya Savaşı'nın sonuna kadar kullanılacaktı.) Ayrıca seferde taze ekmek, pilav ve pastırma yiyorlardı.
Aralık ayında sefer emri her yere gönderiliyordu. Avrupa'ya yapılacak seferlerde ordu Davutpaşa'da toplanıyordu. Asya'ya yapılacak seferlerde ise Üsküdar'da toplanılıyordu.
Sefer öncesi ayrıntılı planlamalar yapılıyordu. Sultanın altı at kuyruğu olan sancağı veya vezirin üç at kuyruğu olan sancağı Topkapı Sarayı'nın bahçesine dikiliyordu. Sonra da ordunun gelişini haber vermek üzere gönderiliyordu. Yol üzerindeki bozuk yollar ve köprüler onarılıyordu. Köprü olmayan yerlere ise yapay köprüler kuruluyordu. Yol olmayan yerlerde ise güzergahı belirlemek üzere taşlardan yol işaretleri yapılıyordu.
Ordu şafakta hareket ediyor ve öğle vakti belirlediği bir yere ordugah kuruyordu. Önden hafif süvari keşif birliği olarak ilerliyor, onu seçkin süvari birlikleri takip ediyor, onları da piyade ve istihkam birlikleri takip ediyordu. İlerleyen ordunun kanatlarını ise çok sayıda süvari koruyordu. Ayrıca geriden gelen ağırlıkları koruyan süvari birlikleri vardı. Ordugahda ise her Yeniçeri ortasının kendine ait üzerinde birlik amblemi bulunan büyük bir otağı vardı. Ama orta içerisindeki her takımın kendi uyudukları çadırları vardı. Kışın bu çadırların kurulması çok zor oluyordu. Donan toprağa kazık çakmak oldukça güçtü. Tecrübeli askerler acemilere donan toprağın kazık çakılacak yerini kaynar suyla nasıl eritileceğini öğretiyorlardı ve çadırlar kuruluyordu. Ancak sabah donan topraktan bu kazıkları sökmek çok büyük bir sorun oluyordu.
Kampta topluca sabah namazı kılındıktan sonra işaret topu atılırdı. Askerler sultana, kumandalara ve subaylara dua ederdi. Keşif kolları gönderilirdi. Mehter çalmaya başlar ve askerler mehtere savaş çığlıklarıyla eşlik ederlerdi. Bertrandon de la Broquiére 15. Y.Y.'da yeniçerilerin düşmanla çarpışmak üzere kamptan ayrılmalarını şöyle tasvir eder: "Hazır olduklarında, hristiyanların nereden geldiklerini ve nerede olduklarını öğrendiklerinde kampı çok hızlı bir şekilde ve öyle bir sessizlikte terkederlerdi ki, yüz adet hristiyan askeri bin adet Türk'den daha çok gürültü çıkarırdı. Tek yaptıkları büyük bir davul çalmaktı. Gidecek olanlar öne çıkarlardı. Diğerleri ise sıraya geçerlerdi. Düzen asla bozulmazdı." 15. Y.Y.'da yeniçeriler, hristiyan ordularının aksine geri çekilirken düzenlerini bozmaz ve dağılmazlardı. Hristiyanlar ise dağılır ve evlerinin yolunu tutmaya başlarlardı.
Osmanlı savaş taktikleri yıllar boyunca değişime uğradı. Ancak belli başlı özelliklerini hep muhafaza etti. 1389'da Karamanoğulları Beyliği'ne karşı Konya'da yapılan savaş, Yeniçerilerin katıldığı ilk büyük savaştı. Burada piyade merkeze yerleştirilmişken, kanatlara ve geriye süvariler yerleştirilmişti. 1402 yılındaki Ankara Savaşı'nda ise piyade daha defansif bir rol üstlenmiş ve bir kaç tepeyi tutmuştu. Bu savaş kaybedimiş olsa da Yeniçeri ve Azap piyade okçuları kendilerini kanıtladılar. Kanatlarına süvari desteği gelene dek, Timur'un amansız süvari saldırılarını geri püskürttüler. 1444 yılındaki Varna Savaşı'nda ise Yeniçeri savunmasının sol kanadı tüfekli birliklerce tutulmuştu. Süvari, düşman kuvvetini azap piyadesinin üzerine çekmişti. Onlar da düşmanı topların ve yeniçerilerin menziline çekmeye çalışmıştı. Bu sırada süvari de kanatlara hücum yapmıştı.
Osmanlı Ordusu'nun hücumunda başlıca rol süvariye aitti. Süvari düşman hattını yarıyordu. Sonra yeniçeriler tüm toplarını ateşleyerek kama düzeninde kılıçlarıyla ve diğer silahlarıyla hücuma kalkıyorlardı. Arkalarında çalan Mehter ile daha da coşan Yeniçerilerin bu saldırıları genelde durdurulamıyordu. Bunda bir diğer önemli sebep de düşmanın bir piyade disiplinine sahip olmamasıydı. Bir diğer önemli nokta da Yeniçerilerin, tüfekleri ile batılı ordular gibi toplu halde yaylım ateşi açmayıp genelde bireysel vaziyette kullanmalarıydı. Elit hücum müfrezelerine Serdengeçtiler denirdi. Bunlar ortalama 100 kişiden oluşurdu.
Osmanlı Ordusu, at arabalarını birleştirerek savunma pozisyonları oluştururdu. Bu taktik Vahşi Batı'da uygulanan taktiğin aynısıydı. Bu pozisyonlar tekerlekli kaleler gibiydi. Ancak 17. Y.Y.'dan itibaren Avrupa topçularına karşı etkisiz kalmaya başladı.
Osmanlı Ordusu, kuşatma muharebelerinde ustaydı. En önemli iki kuşatma İstanbul'un 1453'deki fethi ve 1638'de yapılan başarısız Viyana Kuşatması idi. Osmanlı piyadesi, düşmanlarının anlattığı kadarıyla kuşatmalarda oldukça disiplinliydi. Çılgınca duvara hücum etmek yerine, merdivenler kullanıyorlardı. Bu sırada okçular ve tüfekçiler surlardaki savunmacıları oyalıyorlardı. Viyana Kuşatması, Osmanlı'nın kuşatma taktiklerinin doruk noktasıydı. Siperleri, Avrupalılarınkine göre daha derin ve daha genişti. Siperin iki ucunda tüfek bataryaları bulunuyordu. Hücumların başladığı toplanma noktaları vardı. Hücumlar gündüz ve gece yapılıyordu. Gece hücumlarında işaret fişeği kullanılıyordu. Ve 30-100 kişi arasında değişen bir Serdengeçti müfrezesi bazı görevler için göderiliyordu. Bu müfrezeler 5 kişilik gruplara ayrılırdı. Bu gruplar; 1 adet kılıç kuşanmış yeniçeri, 1 humbaracı, 1 okçu ve 2 tüfekçiden oluşuyordu.
Son Olarak:
Yeniçeriler sadece Türk tarihinin değil, dünya tarihinin de görmüş olduğu en etkin, elit ve en kendine has savaş güçlerinden biriydi. Kendi döneminde ise 17. Y.Y. sonlarına kadar rakipsizdi. Türk fobisi nedeniyle haklarında tutulan asılsız kayıtlar nedeniyle bugün halen dünyanın büyük bir kısmı tarafından barbar sürüsü olarak bilinselerde onlar çağlarının ötesinde askerlerdi. Kazandıkları başarılar sadece Türk tarihinin değil dünya tarihinin de gidişatını değiştirmiştir. Dünya tarihi boyunca bunu yapabilen askeri birliklerin sayısı ise sınırlıdır.
--------------------
Aradığınız "BİLGİ" İse; Oltulu.com Size Yeter...