-

               
  v   Şiir Defteri
  v   Klipler/Videolar
  v   Resimler
  v   Müzik/MP3
  v   Yemek Tarifleri

Kullanıcı : Şifre : Güvenlik :308314 Hatırla : Gizli :

  Oltulu - Sınırsız Bilgi Paylaşım Platformu Forum || HER TELDEN YAZILAR
   Elviye-i Selâsein Son Yılları-II

Oltulu
[Genel sorumlu]



Mesaj sayısı : 208
Giriş sayısı : 1339
Konu puanı : 0  Toplam P : 4
Konuya Puan ver
Üye bilgileri

  Bu Yazı "Bizim Ahıska" Adlı kültür dergisine ait siteden alınmıştır. Daha Fazlası için: Bağlantı adresi Sadece üyeler görebilir!.. Bu siteye kısıtlamasız erişmek ve daha sonraki sayfalarda bu uyarı ile karşılaşmamak için şimdi üye olunuz veya daha önce üye olduysanız yan taraftaki giriş panelini kullanarak giriş yapınız.

Elviye-i Selâse'in Son Yılları - II - Yunus ZEYREK

Ruslar, Kars’ı ebediyen ellerinde tutacaklarını hesap etmişlerdi. Şehir demiryolu hattıyla Moskova’ya bağlandı. Hatta bu hat Sarıkamış’a kadar uzatıldı. Göle üzerinden Ardahan’a da dekovil (dar hatlı demir yolu) yaptılar. Bir taraftan da burayı bir Rus şehri hâline getiriyor, kiliseler yapıyor, Rus unsuru Hristiyan nüfus getirip yerleştiriyor, hatta etrafta Rus köyleri kuruyorlardı. Bölgenin yerli Müslüman ahalisi de kaderine terk edilmiş hatta Ermeni sopası altına sokulmuştu. O günleri yaşayanları dinleyelim.

Kars Evliya Camii İmam-Hatibi Hafız Kurban Yurtseven Rus zamanı Kars’ını anlatıyor:  “Şehir plânı yapılırken öyle tasarlamışlardı ki cadde ve sokakların açılışı Türk mimarî eserleri, dikili âbideleri, tarihî eser ve kitabelerine rastlatarak bu suretle 43 cami ve mescitle bunların yüce minareleri, sebil, imarethane, han ve sarayları kâmilen yıkılıp nâ-bedîd olmuştur. Yalnız bu eserlerden Evliya Camii ve minaresi kalmıştır. Buna da muharebede birçok top güllesi atılıp vurulmuş ve yaralanmışsa da, -burada yatan- Ebu’l-Hasan Hırkanî Hazretlerinin kucaklayıp tutma himmeti, bu minarenin dikili kalarak kırk küsur sene Rusların avenelerinin gözünün dağı olmuştur. Zaten geçmiş muharebelerin birinde bu minarenin asıl cami olan, Üçüncü Murad nâmına Serdar-ı Ekrem Lala Mustafa Paşa’nın yaptırmış olduğu İstanbul camileri benzeri o muazzam kârgir kubbeli cami, topa tutularak temeline kadar yıkılmış; şimdiki

 


cami harpten sonra bu suretle minareye uygun olmayarak halk tarafından yapılmıştır. Çünki minarenin azameti gösteriyor ki bu minarenin, asıl cami Ruslar tarafındanhâkile yeksan edilmiştir. Hatta Harbi Umumî’de cephenin keşfine gelen Rus Çarı Nikola, trenle Kars’a ilk girişinde lokomotif Karadağ’dan çıkıp Kars’a girerken hususî vagonun penceresinden bakmış. Çar’ın ilk nazarına bu yüce İslâm-Türk eseri minaremiz gözüne batmış olacak ki, bu teessürle istasyona inip, istikbal edenleri selâmladıktan sonra Kars valisini ve Belediye Reisiyle Müstahkem Mevki Komutanını çağırarak şöyle demiş: ‘Bizim düşmenimiz Türk’ün dinî eseri olan minare, gözümüze batıyor. Bu uzun senelerde bunu bir bahaneyle yıkıp bî-bedîd edemediniz mi? (ortadan kaldıramadınız mı?)

“Bu nükte ve tekdir üzerine, o gider gitmez Evliya Cami önünde dere duvarına bir ark açmaya başladılar. Bu iş üzerinde çalışan vilâyet mühendisi Gürcü Vaşnadze’ye ben sual ettim: ‘Gölyeri arkı olduğu hâlde ona bir genişlik vererek yapsaydınız daha iyi olmaz mıydı? Bizim camiyi su tehlikesinde bırakıyor. Önünü ve bahçesini yıkıp tahrip ediyorsunuz!’ Mühendis dedi ki, ‘Çar buraya gelende bir şey emretmişti, işte o emri icraya çalışıyoruz! Biz ne yapalım, malum ya emir kuluyuz!’

“Camiler ve İslâmî eserler yerine Rus, Ermeni ve Rum kiliselerinin yapılmasına başlandı. Türk lisanı, milliyeti ve an’anelerini kaybettirmek gayesiyle Türkiye’den hiçbir eser ve gazete mecmualarının sokulmaması ve hicrete çıkıp giden ulema ve fuzalânın yokluğuyla geride kalan ilimsiz ve kudretsiz birtakım hocaların açtığı medreselerden ise hakkıyla bir talebenin yetiştirilemiyordu. Türk tebaasından gelen muallim ve hocaların men’iyle köy, kasaba ve kazalara bırakılmaması yüzünden Kars halkının bu suretle cahil, ilim ve irfandan bîhaber kalmasına sebep olmuştur.”

1915 yılının ilk haftasında, Ardahan’ın birkaç günlük sevinci sönmüş, Sarıkamış Harekâtı hüsranla sona ermişti. Rus ordusu, Anadolu’ya doğru yürüyordu. Bölge Rus ve Ermeni zulmünden kan ağlıyordu.

Dedesi Ahıska muhaciri olan Ardahan’ın Ölçek köyünden Mehmet Doğru o günleri şöyle anlatıyor:

“Ardahan sadece beş gün Türk birliğinin elinde kaldı. 4 Ocak 1915 günü Türk birliği buradan çekildi. Ruslar, Ardahan’a dönerken Çıldır, Göle ve Ardahan köylerini kılıçtan geçirdiler. 40.000 kişi öldürüldü. Ruslar Ardahan’ı boşaltıp çekildiği sırada bir tek askerine dokunmayan zavallı halk, bu iyiliğinin karşılığını katliamla alıyordu! Yerli halkın kılıçtan geçirilmesi, Ruslar için tarihin asla affetmeyeceği bir yüz karasıdır. Ruslar köyümüzün bütün malını yağmaladı ve 80 evi yaktılar. Çıldır’ın Kenarbel köyünden Göle’nin Heve köyüne ve Olur’a kadar 70 köyün halkı kılıçtan geçirildi. Ardahan köylerini de kırdılar. Orağaz, tamamen kırıldı. Nakala, Hanak, Dikan, Değirmenköy, Kunzulut, Lori, Heve, Alabala, Pişazkom, Danızkom, Sırazkom, Dedegül, Edegül, Ravas, Şadevan, Manyok, Kinzodamal, Cincirop, Kirman, Bağdat, Sabgara, Ölçek, Gürcibeg, Duduna, Ur halkı öldürüldü. Ardahan merkezinde 300’den çok çoluk çocuk öldürüldü.”

Oltulu Yasin Akdağ’ı dinliyoruz: “Sarıkamış felâketinden sonra Rus ordusunun Oltu’ya doğru ilerleyişinde, Türk ordusuna yardım ettiklerinden dolayı Havdos köyünün erkekleri tamamen, Terpinik ve Bahçecik köylerinin erkeklerinin çoğu, Rus Kazakları tarafından kesildi. Diğer köylerde de buna benzer kıtal olmuştur. Bu hadiselere Ermeni ve Rumlar önayak olmuşlardı. Türk ordusunun Oltu’ya ilk girişinde burada 350 Ermeni nüfusu vardı. Bunlar Türklerden şefkat ve himaye gördükleri hâlde, ordumuzun çekilip Rus ordusunun Oltu’ya yaklaştığı zaman, kudurmuş gibi ortalığa düştüler. Tanıdık tanımadık Türk canlarını yakmaya başladılar. Bir saat evveline kadar şefkat ve himaye gördükleri hâlde, Türk komşularına eziyet vermek, öldürmek için bin bir bahane icat ediyorlardı. Halk öldürüldü ve bütün malı yağmalandı.”

Ardanuç ve Borçka ahalisi, her şeyini bırakarak Türk askeriyle birlikte Anadolu’ya doğru muhacerete başladı.

Bölgedeki fecî durum Azerbaycan basınında yer aldı. Savaşın ardından Bakü’de İslâm Cemiyet-i Hayriyesi kuruldu. Petrol zengini Tağızade’nin desteği ile faaliyete geçen cemiyetin resmî sıfatı Türk Yetimlerine İctimaî Yardım’dı. Bütün Rusya ve Pakistan Müslümanlarından yardım toplanıyordu. Tağızade, esas amacını gizlemek için bir milyon ruble Rus Kızılhaçı’na, yarısı kadar da İslâm Cemiyeti’ne veriyor; Cemiyete gayrı resmî yardımda bulunuyordu. Rusların dikkatini çekmemek için kiliselere bile yardımda bulunuyordu. Dr. Sultanoğlu Husrev, Kantemiroğlu Alihan, Mustafa Vekiloğlu, Ahıskalı Bibinoğlu Ahmet, Nazaralioğlu İsmail ve Karaşarlı Rıza gibi Azerbaycanlı aydın ve hayırseverlerin kardeşlik ve iyilikleri, binlerce hayatı kurtarmıştır. Cemiyet, Tiflis’te ve Sarıkamış felâketinin ardından da Kars’ta bir merkez şube açtı. Kars Şubesinin başında Muallim Karaşarlı Rıza Bey vardı. Bakü’den gelen Efendizade Ruşen Bey, çevre il ve ilçelerde şubeler açarak aç kalmış olan ahaliye un, buğday, zahire ve ilâç dağıtmaya başladı.

Ardahanlı Mehmet Doğru diyor ki, “Ardahan kırgınından hemen sonra Bakü İslâm Cemiyet-i Hayriyesi geldi. Ardahan’da bir şube ve eczane açtı. Her eve öküz parası, ilâç, un ve giyecek eşya dağıttılar. Bolşevik İhtilâli üzerine Ruslar, 1917 Kasımında çekildiler. Rus ordusu içinde asker olan Ermeniler bütün cephaneyi ele geçirdiler. Ardahan’dan Erzican’a kadar halkı kırdılar.”

19 Mayıs 1918’de bölgeye gelen tarihçi Ahmet Refik Bey, Kafkas Yollarında-Hatıralar ve Tahassüsler adlı kitabında, o günlerin Ardahan’ını tasvir ediyor:

“Ardahan halkı Türk ve Müslüman. Ahalinin Osmanlılığa ve Türklüğe o derece muhabbetleri var ki, çarşı boyunda, üzerinde “Muhabbet Kıraathanesi” yazılı yerlerde devamlı gramofon çalıyorlar, millî türküleri zevk ve âhenkle dinliyorlar. Arada sırada hazin ve tesirli bir türkü gramofonun boğuk tınlamaları arasında işitiliyor. Son nağmeleri biterken: “Yaşasın milliyet!” sedası, ruhun derinliklerinden kopan bir feryat gibi yükseliyor.

“Milliyet duygusu, Türklük sevgisi buralarda pek yüce. Rus irfanı Türklere, milliyet sevgisinin kıymetini anlatmış. Millî irfandan mahrumiyet, kalplerde acı bir özlem peyda etmiş. Şimdi bütün halk Rusya’nın (Çarlığın) çökmesinden faydalanmak istiyor. Eski millî hayata kavuşmak, eski şerefli mazinin parlak günlerini yaşamak arzu ediyor. Ardahan Osmanlı devrinde hakikaten şerefli bir maziye sahiptir.

“Ardahan halkı gayet nazik ve mütavazı. Hürmetlerini göstermek için, sırası geldikçe, “Bizim başımız bildigin sizin ayağız bilir.” diyorlar. Millet Bahçesi, söğütleri henüz filizlenen ağaçlarıyla ıssız. Bir iki tahta kanepe çayırlar arasında devrilmiş yatıyor.

“Ardahan Suyu, geniş sahiller arasından akıyor. Kalenin eski duvarları, yıkık mazgalları durgun sular üzerinde tatlı akisler bırakıyor. Köprünün solunda geniş ve yeşil adalar zümrüt renkli ovalara doğru uzanıyor. Sisli bir ova üzerinde otlayan sığırlar ve atlar, ufak siyah lekeler gibi görünüyor. Ne güzel manzara! Bir zamanlar Lala Mustafa Paşa da bu güzellikler karşısında ömür sürmüşler, çadırlarını bu ovalara kurmuşlar, atlarına bu derelerde su içirmişler, davarları bu yerlerde yayılmışlardı. O zamanlar Ardahan, Türklüğün ve Osmanlı fetihlerinin merkeziydi. Kalelerinde Osmanlı sancağı dalgalanır, dereleri kenarında yeniçeriler dolaşırdı. Yollarında, parlak tolgalı, altın okluk taşıyan sipahilerin leventçe at oynatarak Çıldır semtine, Osman Paşa kışlağına gittikleri görülürdü.

“Gece. Tatlı bir mehtap ovaları aydınlatıyor. Ardahan Suyu ışık parıltılarıyla sâkin sâkin akıyor. Ardahan Kalesi köhne ve terkedilmiş duvarları, İslâm mahallesi harap ve renksiz minareleriyle ıssız ve sessiz. Millet Bahçesi, gündüz yağan yağmurdan sulanmış, ıslak dalları, ay ışığıyla parlıyor. Hüzünlü bir ses, ağlar gibi, inler gibi bir seda; körpe, billurî bir çocuk sesi, söğütler arasından yorgun nağmelerle yükseldi. Dikkat ettim: Merdinik’te işittiğim türkü idi. Tatlı bir nakarat gecenin ıssızlıkları içinde ağlıyordu: Vay Sinan ölsün sarı gelin/ Seni vermem dünya malına...”

Bakü İslâm Cemiyeti görevlisi olarak bölgeye gelen Azerbaycanlı şâir Ahmet Cevad: “Buralarda insandan eser yok!” diyor ve gördüğü manzarayı nazma döküyordu:

Vicdanım emretti, imdada geldim,

Mazlum sesi duydum ben dâda geldim.

Karları boyamış mazlumlar kanı,

Ölenler çok, fakat mezarı hanı?

Ayaklar altında şöhreti şanı,

Kalanları görüp feryada geldim.

                               (Hayret başlıklı şiirinden)

Yasin Akdağ anlatıyor: “Bakü İslâm Cemiyeti temsilcisi olarak Oltu’ya gelen Nazaralizade Muallim İsmail Beğ, yerli halkın teşkilâtlanmasına da yardım etti. 1917 yılı başlarında burada bir Gizli İslâm Cemiyeti kurulmasına önayak oldu. Oltu Hükûmet Tabibi Çıldırlı Dr. Esat Bey, yerlilerden Tahirbeyzade Yusuf Ziya Beğle kardeşi Yasin, Şâkirzâde Ahmet, Şenkayalı Bilâl Efendi ile Hüseyin Köycü, bu gizli cemiyetin üyeleriydi. Komitenin amacı, halk arasında millî duyguları uyandırmak, Türk unsuru dışındakilere karşı cephe oluşturmak ve nihayet memleketi kurtarmaktı.”

27 Şubat 1917’de (yeni takvime göre 12 Mart) Rusya’da meydana gelen bir ihtilâl, Çarlık rejimine son verdi. Bu ihtilâl, cephelerde savaşan Rus askerinin süngüyü yere indirmesine sebep oldu.

Çarlık zamanında başlayan dört yıllık sürgünden sonra türlü maceralarla Kars’a gelen Fahrettin Erdoğan diyor ki, “Kars’ta Rus idaresi yıkılmış, halk hükûmeti kurulmuştu. Alihan Kantemir valiydi. Türk, Ermeni ve Rum olmak üzere üç kişi birer haftayla valilik yapıyordu.”

7 Kasım 1917’de Rusya’da Bolşevik/komünist yönetim iş başına geldi. 28 Kasım 1917’de, Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan gibi Kafkas ülkeleri, aralarında Tiflis merkezli bir Mâvera-yı Kafkas Federasyonu Hükûmeti kurdular. Bu hükûmetin parlamentosu olan Seym de 23 Şubat 1918’de açıldı.

Bakü İslâm Cemiyeti’nin avukatı olarak Kars’ta çalışan ve halk tarafından sevilen Kafkasyalı Alihan Kantemir, Kars milletvekili olarak Seym Meclisinde Kars’ı temsil etti. Dr. Esat Bey, “Seym’e, Ahıskalı Osman Server Beyi Ardahan’ı ve beni de Kars Hükûmeti’nin mümessili olarak seçtiler. Ardahan nispeten rahattı fakat Kars’ta Ermeni, Rum ve Malakan çoktu.” demektedir.

Rus Kafkas Cephesi Komutanlığı adına bu Federasyon temsilcileriyle 18 Aralık 1917’de Erzincan Mütarekesi imzalandı ve Kafkas cephesindeki savaşa son verildi. Zaten Rus Kafkas kuvvetlerinin komutanı da Gürcü Generali Odişelidze’ydi.

Rus karargâhı Erzincan’dan çekilince Ermeni mezalimi başladı. Odişelidze duruma hâkim olamadı. Ermeniler, fırsattan istifadeyle Büyük Ermenistan kurmak emeline kapıldı, ordumuzun geldiği güne kadar bölgede bir milyon insanı vahşice öldürdüler. Şu hususu da belirtmeli ki, Sovyet Rus Hükûmeti bu cephede ateşkesi kabul etmekle birlikte bölgenin kontrolünü asla bırakmak istemiyor, hiç olmazsa Ermenilerin elinde bulunmasını istiyordu. Fakat Rus askerleri artık bu bölgede durmak istemiyor, hızla geri çekiliyordu. Böylece 1914 yılı sonlarında başlayan ve üç yıl devam eden Türk-Rus savaşı fiilen sona ermiş oluyordu.

Yine Yasin Akdağ anlatıyor: “Rus zamanı Oltu’da memurdum. Devletin asker ailelerine verdiği yardım parasını almak üzere Pancurot köyünden gelen 14 Rum kadını hükûmet binasında bana müracaatla paralarının hemen verilmesini istediler. Bu işin benim görevimle ilgili olmadığını söyledim. Kadınların hepsi birden, “Artık Hristiyan yok mu ki buraya bir Türk’ü koymuşlar?” diyerek, binanın ikinci kat balkonundan atmak üzere üstüme hücum ettiler. Balkon direğine sarılıp bir müddet tekmelerle kendimi müdafaa ettim. Yetişen bir jandarma kadınların elinden ve muhakkak bir ölümden kurtardı. Cinayet teşebbüs sonuçsuz kalan kadınlar, sokaklarda feryat ederek Türk memurun kendilerini dövdüğünü ve hakaret ettiğini söyleyip Rus askerlerini tahrik ediyorlardı. Nihayet bir mahkeme teşkil edildi, mahkeme sırasında da üzerime hücuma kalkıştılar. Durum iyice lehime döndü. Aksi takdirde beni linç bekliyordu. Rum ve Ermeniler teşkilâtlanıyor ve Türkler aleyhine çalışıyorlardı. Türkler de geri kalmamak için hazırlığa başladılar. 1917-Rus İhtilâli’nden sonra Oltu’da gizli İslâm Komitesi teşekkül etti.”

Şenkayalı Hüseyin Köycü, Oltu İslâm Komitesi’nin kuruluşunu şöyle anlatıyor: “1917 yılı sonbaharıydı. Narmanlı Dursun Çavuş Şenkaya’da misafirdi. İki Ermeni silâhlı süvari geldi, “Bir zamanlar bizim adamlarımızı kaybetti ve atlarımızı götürdü!” iddiasıyla onu götürmek istediler. Muhtar Cuma Ustanın oğlu Ali öncülüğünde oraya gelen gençler, bu Ermenileri köyden kovdular. Bu hadise köyde bir heyecana sebep oldu. Silâhı olan alp çıktı ve Dursun Çavuş’un yanında toplandılar. Daha önce Osmanlı ordusunda askerlik yapmış olan Dursun Çavuş, bu gençlere talim verdi; o artık silâhlı bir grubun komutanıydı. Hadis çevre köylerde de duyuldu. Diğer köylerdeki silâhlılar da Oltu’ya geldiler. Burada bir komite kuruldu: Oltu Millî İslâm Komitesi. Bolşevik-Rus İhtilâli günlerine tesadüf eden bu sırada Ermeniler Rus devletinin bütün imkânlarını kullanıyor ve bütün güçleriyle silâhlanıyorlardı.”

Çıldırlı Doktor Esat Oktay’ı dinleyelim: “1885’te Çıldır’ın Zinzal köyünde dünyaya geldim. Çocukluğum ve gençliğim Çarlık Rusya’sında geçti. O devirde Elviye-i Selâse’de yüksek tahsil yapan tek kişi bendim. İlkokulu Çıldır’da ve Tiflis’te okudum. Orta ve lise tahsilimi Kuzey Kafkasya’da Stavropol’da yaptım; Erivan Lisesini birincilikle, altın madalya ile bitirerek Moskova Tıp Fakültesine kabul edildim. 1917 yılında tabip olarak mezun olduğumda Birinci Dünya Savaşı devam ediyordu. Kendi milletime ve memleketime hizmet imkânı bulabilmek için tayinimi Kafkas cephesine yaptırdım. Oltu Askerî hastanesinde çalışıyordum. Bu sırada Rusya’da ihtilâl çıktı, Çarlık devrildi. Tiflis’te Mavera-yı Kafkas Seym’i kuruldu. Bu arada kimsesiz çocukları toplama ve barındırma işiyle meşgul oluyordum. Bakü İslâm Cemiyet-i Hayriyesi’nin yardım faaliyetinde vazife gördüm. Rusların çekilmesiyle Oltu’daki askerî malzemeyi muhafaza altına aldım ve ordumuz gelince sağlam bir şekilde teslim ettim. O zamanlar her millet teşkilâtlanıyordu. Bizde yetişmiş münevver insan çok azdı, bunun zorluklarını yaşadık. Meselâ bir Rus birliği mühimmatını bize vermek istiyordu, fakat bunu alacak adamımız yoktu! Diğer taraftan Ermeniler her şeye el koyuyor ve hızla teşkilâtlanıyor, bölgeyi baskı altında tutuyorlardı.”

Fahrettin Erdoğan: “1917 Kasımında Rus ordusu çekiliyordu. Kars’taki Bakü İslâm Cemiyeti’nin Başkanı Rıza Karaşarof, halk ileri gelenlerini Kars’ta bir kongreye davet etti. 300 kadar delege geldi. Lenin imzasıyla Moskova’dan gelen ve Kafkasya’da yaşayan milletlerin çoğunluk durumuna göre kendi idarelerini kuracaklarını bildiren beyannamesi okundu. Kongre üç gün devam etti. 50 Rus subayı dilekçe vererek kurulacak ordumuzda görev almak istediklerini bildirdiler. Bunlardan beşi Azerbaycanlı ve biri de Kazanlı olmak üzere altı subayı kabul ettik. Kongre Başkanı Karaşorlu’nun talimatıyla Rus askerî depolarına el koyduk. Sarıkamış’ta bulunan bin kadar Türk esiri serbest bırakıldı. Bunlardan 120 kişiyi alıkoyduk ve Ruslardan kalan 125 çift atlı arabayı da aldık. Başıboş bir şekilde geri çekilen Rus askerleri, geçtikleri köyleri yakıp yıkıyor, önlerinde gördüklerini öldürüyorlardı. Ruslar bütün savaş malzemesiyle birlikte cepheyi Ermenilere terk ediyorlar, Ermeniler de bu fırsatı kaçırmak istemiyor, Ruslardan kalan her şeyi ele geçirerek Rusların boşalttığı cephelere koşuyorlardı. Biz Rus ve Ermeni ezici kuvvetlerinin arasında kalmıştık.”

Batı cephesinde sıkışan Ruslar, Almanlara başvurarak mütareke talebinde bulundular. Türkiye’nin de katıldığı görüşmeler, Alman işgali altında bulunan Brest-Litovsk kasabasında başladı. Fakat Bolşevik İhtilâli’nin şefleri olan Lenin’le Stalin, nihaî barışın sağlanmasından önce bir oldubittiyle Türkiye toprakları üzerinde kendilerine bağlı bir kukla Ermenistan kurmayı hayal ediyorlardı. Bu iki ismin imzasıyla 11 Ocak 1918’de bir Ermeni kararnamesi yayınlandı. Demek ki Bolşevik/komünist yönetim, Çarlık rejiminin Türk topraklarında genişleme siyasetini devralmıştı! Fakat Brest-Litovsk’taki Türk hey’eti bu talebi şiddetle reddetti; Rusların 1877 ve 1914-15 savaşlarıyla istilâ ettiği toprakları boşaltmasını istedi.

3 Mart 1918’de imzalanan Brest-Litovsk Barışı’yla Doğu Türkiye ve Elviye-i Selâse toprakları Türkiye’ye bırakıldı. 1918 Temmuzunda yapılan referandum da, bölge halkının Türkiye ile birleşme arzusunu ortaya koydu.

Batum Mebusu Edip Dinç anlatıyor: “Brest-Litovsk Antlaşması’nın verdiği imkânlardan yararlanmak için tekrar oralarda teşkilât yapılması hususunda bendeniz İstanbul’dan Batum’a gönderildim. Bizden evvel Gürcüler orada hükûmet yapmak istiyorlardı. Fakat yerli ahaliden kat’iyen destek alamıyorlardı. Oraya gider gitmez geçici hükûmet kurarak asayişi sağladık ve hemen Osmanlı ordusunu davet ettik. Asker sevkiyle birlikte Acara’da teşekkül edecek tümenin silâhlarını yine Acaralıların kendileri tarafından Hopa’da alınmasını teklif ettik. Kırk senelik esaretten kurtuluyoruz müjdesiyle sarhoş ahaliden günde yüzlerce Acaralı, cephane götürmek üzere Hopa’ya akıyordu.”

Fahrettin Erdoğan, Türklere karşı ilk Ermeni ateşinin açılmasını şöyle anlatıyor:

“1918 Mart’ıydı. Arkadaşım Molla Mustafa, 200 kişilik bir süvari kuvveti toplayarak köylüleri uyarıyor ve talim ettiriyordu. Benliahmet İstasyonu Muhafız Bölüğü Komutanı oaln Ermeni, bir sabah onu çaya davet ediyor. Bu davete ailesi karşı çıkıyorsa da o dinlemiyor ve yanına yeğeni Eşref’i de alarak gidiyor. Çay içtikten sonra, bir fotoğraf çekelim diye hazırlanıp ayaküstü durdukları sırada, tertip edilen plân üzerine, iki Ermeni arkadan yeğenle dayıyı beyinlerine iki kurşun sıkarak oldukları yere yığıyor.”

Bu sırada bölgede kontrol Ruslardan Ermenilere geçmişti. Bölge halkı Ermeni zulmünden kan ağlıyordu. Mavera-yı Kafkas Federasyonu’nun Gürcü ve Ermeni kanatları Brest-Litovsk’u tanımadıklarını ve bölgeyi terk etmeyeceklerini bildirdiler. 1918 Nisanında Trabzon’da, haziranda da Batum’da birer konferans düzenlendi. Bu görüşmelerde gönülsüz de olsa Brest-Litovsk’un şartlarını kabul ettiler.

13 Nisan 1918’de, altında kırk imza bulunan Ahıska ve Ahılkelek ahalisi temsilcileri bir bildiri yayımlayarak altı maddelik sebeplerle iradelerini şu şekilde ilân etmişlerdir:

“Müslümanları tamamen imhadan korumak, özellikle de Müslümanların Kafkas’ın ve bilhassa Gürcistan’ın bir parçası olarak yaşamalarının mümkün olmadığını göz önüne alarak biz oy birliği ile Türk Hükûmeti’nden Ahıska ve Ahılkelek vilâyetlerinin bir kısmının ilhak edilmesini rica etmeyi kararlaştırdık. Bu karar, bu vilâyetlerin Müslüman nüfusunun tam desteği ile alınmıştır. Onlar, Türk Hükûmeti bu ricayı reddederse, tek kişi kalıncaya ve son kurşuna kadar kendi hak ve hürriyetleri için savaşmaya kararlıdırlar! Kendi kaderini tayin hakkına uygun olarak nüfusunun çoğu Müslüman olan Ahıska ve Ahılkelek vilâyetlerinin bir kısmı bugünden itibaren Türkiye’nin bir bölümü olarak görülüp bunu gerçekleştirmek için derhâl gereken tedbirler alınmalı ve Kafkasya Hükûmeti’ne bu hususta bilgi verilmelidir.”

Ermenilerin Erzincan’da halkı camilere doldurup yakmaları karşısında 12 Şubatta harekete geçen ordumuz, Brest-Litovsk Barışı hükümlerini uygulamak üzere ileri harekâta devam etti. 12 Mart’ta Erzurum’a gelen ordu, 24 Mart’ta 1914 sınırına ulaştı. 25 Mart’ta Oltu, 28 Mart’ta Artvin alındı.

Ordumuzun ilerleyişi karşısında çılgına dönen Ermeniler vahşette sınır tanımıyorlardı. Öyle ki Kars’ın Derecik köyünde yaşayan 671 kişiden sadece 11 kişi kurtulabilmişti. Bunlardan biri de Âşık Kahraman’dı. Köyünün uğradığı faciayı ağıtlarla dile getiren Kahraman neler söylüyor:

 

Bir yiğidi vurmuş yolda koymuşlar,

Can teslim etmeden deri soymuşlar,

Cep cep etmiş yanlarını oymuşlar,

El cepte, figanı arşa dayandı.

 

Bir gelini gördüm, ayağa kalkmış,

Sandım ki canı var, yüzüme bakmış,

Kâfir mısmar ile direğe çakmış,

Mısmar, çivi ünü arşa dayandı.

 

Bir hamile kadın, davranmış kaça,

Ermeni, eylemiş hep parça parça,

Kılıç ile vurmuş, bölünmüş kalça,

Akan kızıl kanı arşa dayandı.

 

Ordumuz, 14 Nisan’da Batum, 25 Nisan’da Kars’a geldi.

Bolşevik İhtilâli’nden sonra Ahıska, Ardahan ve Artvin bölgesindeki millî teşkilâtlanma, Ahıskalı Osman Server Bey öncülüğünde yürütüldü. Posof’tan Hamşioğlu Aslan Bey, Ardahan’dan Dikanlı Hafız Efendi, Artvin’den Atabekli Şâkir Bey, Ardanuç’tan Tevfik Ataman ve Şavşat’tan da Kâmil Hoca, onun yardımcılarıydı. Abastuban’da 8. Müslüman Alayı kuruldu ve bölgeyi kontrol altına aldı. Osman Server Bey, Hopa’da bulunan 3. Tümen Komutanı Halid Beye temsilci göndererek orduyu beklediklerini bildirdi. Hopa’da bulunan Halid Bey, Ardahan ve Posof üzerinden 4 Nisan’da Ahıska’ya geldi. Bu ilerleyişle yalnız 1877 sınırına değil, Ahıska’nın elden çıktığı 1828 sınırına varılmış oldu.

Diğer taraftan Kafkas Ordumuz, Azerbaycan’a çıktı; Bakü’de Rus ve Ermeni zulmüne son verdi (14 Eylül).

Ordumuzun bu ilerleyişi yerli ahaliye yeniden hayat ve ümit veriyordu. Halk şâirleri de bu sevinci nazma döküyor, umut destanları söylüyor, hatta hududu çiziyorlardı. Bardızlı Nihanî’nin uzun destanı da bunlardan biridir:

Halife-yi rûy-i zemin padişah,

Yakında sahib-i vatan olacak.

Sana nusret vere Cenab-ı Allah,

Ve lâkin emrine uyan olacak.

 

Dalmalı Ardahan, Ahıska’ya da,

Şavşet’i beri al, Livana’ya da,

Batum’u bırakmak olur mu yâda,

Hudut ordan beri bir yan olacak!

 

Elviye-i Selâse, ‘40 Yıllık Karagünler’den sonra anayurda kavuştu. Mülkî ve askerî teşkilât kurularak yaralar sarılmaya başladı.

O zamanki İstanbul basınında da sevinçli yazılar çıkıyordu. Mehmed Ata, 1918 Nisanında, İkdam gazetesindeki yazısında şu ifadelere yer veriyordu: “Vatan, kırk senedir ayrılık elemleriyle ağladığı yavrularını tekrar kucağında gördükçe, elbette sevinç gözyaşları döker. Ey Ardahan, ey Batum, ey Kars, evet siz, işte vatana geldiniz, ananıza kavuştunuz.”

Fahrettin Erdoğan anlatıyor: “Kars’a gelen Türk askeri, burada Rus zafer anıtının üstündeki asker heykelinin omzuna çıktı; elinde Türk bayrağı olduğu hâlde fotoğrafı çekildi. Sonra Rus asker heykeli ve Türk bayrağına saldıran kartallar yere indirildi; sadece kaidesi bırakıldı. Asker heykeli bir zaman öylece yerde kaldı. Gelip geçen halk taş ve sopa vurarak kenar köşesini kırıyordu. Bu heykel ve kartallar kaldırılıp bir sandığa konularak İstanbul’daki Askerî Müze’ye götürüldü.”

Kars Mutasarrıflığına tayin edilen Hilmi (Uran) Bey, kimsesiz kadın ve çocukları toplattı. Ordu Komutanı Yakup Şevki Paşa da, halk perişan ve yorgundur; şimdilik buradan asker almayacak, bu görevi biz göreceğiz dedi. Halkın elindeki silâhları toplattı. Padişaha gitmek üzere Üç Sancak ahalisini temsil eden bir hey’et teşekkül ettirildi. O sırada Sultan Reşad vefat etmiş, tahta Sultan VI. Mehmed Vahideddin oturmuştu.

Bölgede yapılan referandum tutanaklarıyla İstanbul’a giden 18 kişilik Üç Sancak hey’eti, Padişah Mehmed Vahideddin huzuruna kabul olundu. Gazeteler, bu sancakların anavatana katılmasıyla ilgili Hatt-i Hümayun’u yayımladı. Padişah, duygu dolu beyanatında şöyle dedi: “Kars, Ardahan, Livana ve Batum kaleleri ve çevresi, uğursuz 93 Harbi neticesinde harp tazminatı karşılığı olarak düşman eline geçmişti. Buraların tekrar Memalik-i Şahanemize iltihakını bağışlayan Cenab-ı Hakk’a sonsuz hamd ve şükranlarımı arz eylerim.”

Ermeni vahşetinden dolayı anayol boylarından dağ köylerine kaçan halk, yavaş yavaş yuvalarına dönmeye başladı.

Devamı var



Oltulu : 02.07.2010 18:00:57 Tarihinde bu mesajı düzenledi..

--------------------

 

       Aradığınız "BİLGİ" İse; Oltulu.com Size Yeter...

 

 

02.07.2010 17:55:20
                               Oy : 0-Puan : 0

     

Forum son 5 K. & Benzer K.
Açan
Forum istatistikleri
Elviye-i Selâsein Son Yılları-I..
Oltulu
Elviye-i Selâsein Son Yılları-II..
Oltulu
Elviye-i Selâsein Son Yılları-III..
Oltulu
Forumdaki 1 Kategoride 3 Forum var, Bu forumlara açılan 206 Konuya 8 Cevap yazıldı..
Üye :  Konuk : 19 Toplam : 19 Rekor :
Aktif Üyeler  Aktif üye yok..
Genel Sorumlu - Yönetici - Forum Yöneticisi - Editör - VIP Üye
İyiki Doğdunuz Nice yıllara.. Bugün Doğan yok!

: 0,11